2002–2010: Reform Söylemleri, AB Çıpası ve Yükselen Ekonomi
Kasım 2002 seçimlerinde %34 oy alarak tek başına iktidara gelen AKP, ilk yıllarında krizden çıkışın sembolü oldu. Avrupa Birliği tam üyelik müzakereleri 2005’te başladı; reform paketleri ve demokratikleşme söylemleri dışarıda da içeride de destek buldu.
Ekonomi hızlı büyüyor, enflasyon düşüyor, yatırımcı güveni artıyordu. Kişi başına milli gelir 2013’e gelindiğinde 12 bin dolar civarında zirve yaptı. Ancak bu yükseliş, ağırlıklı olarak sıcak para girişine ve artan dış borca yaslanıyordu; sağlam temeller üzerinde değildi.
2010–2015: Güç Dengelerinin Değişimi ve Barış Umudu
2007 referandumuyla cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi kararı alındı. 2010 referandumu ise yargı yapısını kökten değiştirdi; bu değişim, yürütmenin yargı üzerindeki etkisini kalıcı biçimde artırdı.
Aynı dönemde Türkiye, tarihinin en iddialı siyasi girişimlerinden birini başlattı: “Kürt açılımı” ve ardından 2013’te barış süreci. Nevruz meydanlarında okunan mektuplar, Dolmabahçe Mutabakatı… Bir ülke ilk kez çatışmasız bir gelecek fikrine bu kadar yaklaşmıştı.
Fakat 2015 yazında tablo değişti. Dolmabahçe rafa kaldırıldı. Suruç’ta 33, Ankara Garı’nda 102 kişi hayatını kaybetti. Barış umudu yerini yeniden şiddet ve güvenlik politikalarına bıraktı.
2016–2018: Darbe Girişimi, OHAL ve Başkanlık Sistemi
15 Temmuz 2016 gecesi, Türkiye modern tarihinin en kanlı darbe girişimine tanık oldu. 251 kişi yaşamını yitirdi. Ardından iki yıl sürecek OHAL ilan edildi. Kanun hükmünde kararnamelerle on binlerce kamu çalışanı ihraç edildi; medya, akademi ve sivil alan üzerinde ağır baskılar kuruldu.
2017 referandumunda “Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi” kabul edildi. 2018 seçimleriyle başkanlık sistemi fiilen yürürlüğe girdi. Yürütme yetkileri tek elde toplandı; denge ve denetim mekanizmaları tarihsel olarak en zayıf dönemine girdi.
Ekonomide Sert Dönüş: Vaatlerden Krize
2011 seçimlerinde duyurulan “Hedef 2023” vizyonu iddialıydı: kişi başına 25 bin dolar gelir, dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olma hedefi, 500 milyar dolar ihracat…
2025’e gelindiğinde kişi başına gelir 10 bin dolar civarında, ihracat 256 milyar dolarda kaldı. 2002’de 1,5 TL olan dolar kuru 33 TL’ye yükseldi. Toplam dış borç 500 milyar dolara yaklaştı.
Ocak 2025’te net asgari ücret 22.104 TL olarak belirlendi. Ancak Haziran 2025’te açlık sınırı 26.115 TL’ye çıktı. Yani milyonlarca kişi, tam zamanlı çalışmasına rağmen yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
2019–2024: Sandıkta Kırılmalar
2019 yerel seçimlerinde AKP, İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirleri kaybetti. 2024’te CHP, %37,8 oyla birinci parti oldu; AKP 22 yıl sonra ilk kez ikinci sıraya geriledi. Parti içinden kopan eski bakanlar ve başbakanlar, yeni partiler kurarak muhalefet blokuna geçti.
2025: Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu
Ağustos 2025’te TBMM’de yeni bir sayfa açıldığı iddiasıyla Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu kuruldu. “Terörsüz Türkiye” ve demokratikleşme hedefiyle yola çıkan komisyon, farklı partilerden temsilcileri, şehit yakınlarını, gazileri ve kanaat önderlerini davet etti.
Toplantı tutanaklarının kamuya açık yayınlanması, şeffaflık mesajı verdi. Ancak MİT Başkanı ve bakanların katıldığı ikinci toplantının kapalı yapılması, güvenlikçi devlet refleksinin hâlâ baskın olduğunu gösterdi. İYİ Parti’nin katılmaması ise geniş uzlaşının kırılganlığını ortaya koydu.
Politik olarak bu girişim, iki farklı şekilde okunabilir: Kimi çevreler bunu demokratikleşme yönünde atılmış samimi bir adım olarak görürken; eleştirenler, sürecin daha çok siyasi pozisyonları yönetmeye dönük olduğunu düşünüyor.
24 Yılın Ardından
AKP’nin 24 yılı, umut ve kırılma anlarının iç içe geçtiği bir hikâye. İlk yıllardaki reform vaatleri yerini güç yoğunlaşmasına, güvenlikçi politikalara ve ekonomik kırılganlığa bıraktı.
Bugün hâlâ “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” cümlesi geçerli olabilir; ancak bunun anlamı 2001’deki gibi umut değil, 24 yılın bıraktığı mirasın ağırlığı. 14 Ağustos’u hatırlamak, sadece geçmişi değil, bugünü ve geleceği de tartışmak için bir davet.