Tuncel Kurtiz’den Kardeş Türküler’e: Türkiye’nin Hikayesi Perdede

32. Altın Koza Film Festivali, belgesellere verdiği önemle hafızayı, emeği ve direnişi perdeye taşıdı. Kurtiz’den Kardeş Türküler’e Türkiye’nin yakın tarihini hatırlattı.

Abone Ol

Eylül ayı hem Adana için hem de sinemaseverler için Altın Koza demek. Belediye Başkanı Zeydan Karalar’ın tutuklu olduğu bir dönemde festivalin yapılmaya devam etmesi çok anlamlı. 32.si düzenlenen Altın Koza Film Festivali’nde geleneğe uygun bir biçimde Ulusal Yarışma ön planda olsa da özel gösterimleri ve yarışmasıyla diğer festivallere nazaran belgesellerin hak ettiği değeri gördüğünü söylemek mümkün. Ben de belgesellere ayırdığım günde üst üste iki güzel film izledim, tesadüf o ki ele alınan kişi ve grup çerçevesinde Türkiye siyasi tarihinin özeti de karşıma çıktı.

Bölük Pörçük – Bir Tuncel Kurtiz Biyografisi

Eskişehir Film Festivali’nde de gösterilen ve yakın zamanda bir dijital platformda karşımıza çıkması muhtemel olan “Bölük Pörçük - Bir Tuncel Kurtiz Biyografisi”, bu seneki festivalin belgesel özel gösterim sürprizi. Beni de üniversite yıllarıma, Tuncel Kurtiz’i gördüğüm Assos’a götüren bir yapım. Orada ilerlemiş yaşına karşın müziğe eşlik ettiği dansı ve yüksek enerjisi beni şaşırtmıştı, yaşama dair tutkusunu belgeseli izleyince daha iyi anladım. Son dönemde politik sinema denildiğinde akla ilk gelen sinemacılardan Özcan Alper’in yönettiği filmin Altın Koza Akademi kapsamında gerçekleştirilen gösterimi ve söyleşisi, ölüm yıldönümü arefesinde Tuncel Kurtiz’i anmak için çok iyi bir yol.

Türkiye’nin en iyi aktörlerinden biri olan Tuncel Kurtiz’in hayatı gibi adıyla müsemma bölük pörçük bir film. Ele aldığı kişinin bol seyahatli, farklı aileler kuran ve tiyatro, edebiyat ve sinema gibi sanatın farklı disiplinlerinde üretimlerde bulunan yaşamına da böylesi yakışırdı. Bu açıdan kronolojik bir biçimde Kurtiz’in yaşamını takip eden belgesel, onu tanıyan meslektaşları ve aile üyeleriyle gerçekleştirdiği söyleşilerin yanı sıra arşiv görüntüleri ve animasyon ile anlatımını zenginleştiriyor. Konuşan kafalardan bu yöntemlerle kendisini kurtaran belgeselin ardında yaklaşık bir yıllık arşiv çalışmasının olduğunu söyleşide öğreniyoruz.

Kurtiz’in oyunculuk kariyerini Yeşilçam döneminden başlayarak Yılmaz Güney ile işbirliğini odağına alıp Tunç Okan, Derviş Zaim, Fatih Akın gibi yönetmenlerle sürdüren belgesel, merkezde Tuncel Kurtiz’in olduğu bir Türkiye sineması tarihi de ortaya koyuyor. Bu yönüyle kendisiyle çalışan yönetmen ve oyuncuların aktardıklarıyla filmlerdeki sahneleri başarılı biçimde harmanlayan belgesel, kendisini izleten seyirci dostu, yüksek ritimli bir kurgu sunuyor.

Öte yandan Tuncel Kurtiz’in sanatsal kimliğinden ayrı ele alınamayacak politik yönünün de altı çiziliyor. Yılmaz Güney ile birlikte kendi tabiriyle “taktığı iki kanat” Yol ve Sürü filmlerinin süreçleri ayrıntılı bir biçimde anlatılıyor. Bu yoldaşlığın politik motivasyonunu belirten yapım, Almanya, İsveç dönemleri gibi yurtdışı yıllarını buna sebep olan darbelerle birlikte aktararak tarihsel siyasal bağlamı da güçlü bir biçimde belgeselin fonuna yerleştiriyor.

Portre belgesellerin sıklıkla yaşadığı handikap olan ele alınan karakteri yüceltmek veya kutsamak gibi bir riski aşan Bölük Pörçük, Tuncel Kurtiz’in kendisinin de memnun olmadığı babalığı ve meslektaşlarının hatıralarında yer eden setteki ‘huysuzlukları’yla birlikte zaaflarıyla beraber gerçek bir karakter olarak ortaya koyuyor. Mahabarata ve Şeyh Bedrettin Destanı gibi efsaneleşmiş performanslarını da es geçmeyen yapım, epizodik yapısıyla seyirciyi rahatlatarak “Taş Kafa Tuncel”i merak eden herkesi bekliyor.

Kardeş Türküler ile 30 Yıl: Hem Şölen, Hem Ağıt

Boğaziçi Üniversitesi’nde 1990’lı yılların başlarında farklı memleketlerden gelen öğrenciler, folklor kulübü aracılığıyla bir araya gelir. Böyle başlayan bir hikâyeyi en başından itibaren otuz yıllık süreci kapsayarak günümüze getiren belgesel, fazlasıyla hak ettiği jüri özel ödülü ile dönüyor festivalden. Bu yönüyle adeta bir kutlama olan yapım, Kardeş Türküler ile birlikte Türkiye’nin son otuz yılındaki felaket, katliam ve zulümleri de aktardığı için aynı zamanda bir ağıt. Dönem olarak Tuncel Kurtiz’in hayatıyla kesişse de Bölük Pörçük’teki gibi 12 Eylül darbesine uzanmıyor. Bu açıdan iki belgeseli üst üste izlemenin tamamlayıcı bir etkisi olduğunu söylemeliyim.

Tarihsel olarak 1992 Cizre Newrozu ve 1993 Madımak Katliamı ile başlayan belgesel, Gezi Direnişi’ne selam durduktan sonra 10 Ekim Suruç ve Ankara Gar katliamlarını da kapsıyor. Bugünden geriye doğru bakarak anlamlandırmaya çalıştığımız tarihin içinden Kardeş Türküler’le bize seslenen belgesel, bir müzik grubunu merkezine alarak Türkiye’yi anlatıyor. Üniversitede grubun nasıl bir motivasyonla - farklı kimliklere, yörelere ait türkülerin derlenmesi ve söylenmesi - kurulduğunu vurgulayan belgesel, grup üyeleriyle gerçekleştirdiği görüşmeler ve konser, klip, haber gibi arşiv görüntüleriyle hikâyeyi destekliyor, anlatımını güçlü kılıyor.

Grubun konserlerinin artması, albümlerinin çoğalmasıyla beraber temas ettiği halka da genişliyor. Filmde de bunun aracılığıyla karşımıza kaybettiklerimiz, bizden alınanlar çıkıyor. Kalan Müzik ve Hasan Saltık, Sırrı Süreyya Önder, Neşet Ertaş, Hrant Dink… Hasan Saltık’ın gazeteye Kürtçe klip yayınlayacak kanal aradığı ilanı vermesi, grup üyelerinin bekar olup olmadığını soran mektuplardan söz etmesi, Neşet Ertaş’ın türkü söylerken araya dönemin bir pop şarkısının sözlerini sıkıştırması gibi esprili sahneler bu ağır dönemi takip eden seyircinin nefes almasını sağlayan küçük molalar.

Bir müzik grubunu takip eden belgesellerin yaşadığı en büyük zorluklardan biri olan grubun dağılması, üyelerin değişmesi gibi sorunlar bu filmde yaşanmıyor. Kardeş Türküler’de de gruba geniş kadrosu ve dinamik yapısından dolayı girip çıkanlar olsa da çekirdek kadrosunun sabit kalması sayesinde grup adeta tutkal işlevi görüyor. Böylece, geniş bir tarihsel dönemi aktaran belgeselin dağılma riski bertaraf ediliyor.

Çayan Demirel’in çekimlerine başladığı bu belgeselde yapımcı olarak göreve başlayan Ayşe Çetinbaş, süreci yönetmen olarak tamamlıyor. 12 seneye yayılan süreçte üç farklı kurgucu görev yapıyor, buna karşın belgeselin bütüncül yapısı zedelenmiyor. Bu kadar çok farklı görüntünün kullanıldığı ve üç kurgucunun çalıştığı bir belgeselde görsel dilin tutarlılığının korunması Koray Kesik’e hakkını teslim etmeyi gerektiriyor.

Gösterimden sonra ise bir süre sessizlik oluyor. Söyleşi kısmı adeta karşılıklı kucaklaşmaya dönüşüyor. Orhan Eskiköy’ün ifade ettiği gibi birçok yerde gösterilmesi gereken bu belgeselle birlikte kendi hayatımıza da ağlayarak yas tutuyoruz. Bir yandan da Bahriye Kabadayı Dal’ın da belirttiği üzere bu belgesel, hem bir şölen hem de bir ağıt. Şölen havasını türkülere halaylarla eşlik ederek yakalarken, ağıtı da yakarak belgeselin sürpriz görüntülerinden Kardeş Türküler’in sofrasındaki Hrant Dink gibi ellerimizi başımızın arkasında buluşturup gözlerimizi kapayalım. Ermenistan konserindeki gibi umutla “Karun E Kalis” diyelim. İnatla, dayanışmayla ve Kardeş Türküler ile birlikte hepimizin türkülerini beraberce söyleyelim. Bu sefer Kardeş Türküler’le barışa ulaşalım, gelsin bahar!