İstanbul’un toplumsal hafızasında derin bir yara bırakan 2003 sinagog saldırılarının üzerinden 22 yıl geçti. El-Kaide bağlantılı yapıların iki güne yayılan bombalı eylemlerinde 57 kişi hayatını kaybetmiş, kent dört ayrı noktada büyük bir yıkımla sarsılmıştı. Bu karanlık tarihin içinde, 8 yaşındaki Anette’ten Berta’ya, Yoel’e kadar pek çok insanın yarım kalan yaşamı da bulunuyor.
15 Kasım 2003 Cumartesi sabahı, henüz 8 yaşındaki Anette Rubinstein Talu, her Şabat’ta olduğu gibi ailesiyle birlikte sinagoga gelmişti. Büyükannesi Anna Rubinstein da yanında bulunuyordu. Patlamanın ardından hem Anette hem de büyükannesi yaşamını yitirdi; ailelerinin ve cemaatin belleğinde derin bir acı bırakarak.

Saldırı sırasında sinagog çevresinden geçen siviller de hedef oldu. O isimlerden biri, hamile olduğu söylenen Berta Özdoğan’dı. Patlama sırasında oradaydı ve yaşamını kaybetti. Aynı soyadı taşıyan Ahmet Özdoğan da o gün saldırıda ölenler arasına yazıldı ve iki isim yıllar boyunca birlikte anıldı.
İbadet için sinagoga gelenler arasında yer alan Yoel Ülçer Kohen de rutin bir Şabat sabahında yaşamını kaybedenler arasındaydı. Oraya yalnızca dualarını etmek için gelmişti ancak o sabah onun da hayatı son buldu.
22 yıl sonra
15 ve 20 Kasım’da düzenlenen dört intihar saldırısı, İstanbul’un dört ayrı noktasını hedef aldı. 15 Kasım’da Şişli’deki Bet İsrael Sinagogu ve Beyoğlu’ndaki Neve Şalom Sinagogu bombalı kamyonetlerle hedef alındı. Patlamalarda saldırganlar dahil 26 kişi yaşamını yitirirken, 300’den fazla kişi yaralandı.
20 Kasım’daki ikinci dalgada ise Beyoğlu’ndaki Birleşik Krallık İstanbul Başkonsolosluğu ve Beşiktaş’taki HSBC Genel Merkezi aynı yöntemle bombalandı. Bu saldırılarda 31 kişi hayatını kaybetti, 450’den fazla kişi yaralandı. İki günün sonunda toplam can kaybı 57’ye, yaralı sayısı ise 750’ye ulaştı.

Soruşturma sonucunda saldırıların El-Kaide’nin Türkiye yapılanması tarafından düzenlendiği ortaya kondu. Şubat 2004’te 69 sanıkla başlayan, eklemelerle birlikte 76 sanığa ulaşan dava, Nisan 2007’de 7’si müebbet olmak üzere 48 kişinin çeşitli cezalara çarptırılmasıyla sonuçlandı.
Saldırının hazırlığı
Ortaya çıkan bilgilere göre sinagoglara yönelik saldırıların hazırlık süreci, Türkiye’deki küçük ama radikalleşmiş bir grubun hem yerel hem uluslararası bağlantılarla keskinleşen bir çizgiye yönelmesiyle başladı. Çekirdek grubun, uzun süredir Türkiye’de faaliyet gösteren İBDA-C ideolojisinden etkilendiği tespit edildi. Saldırıdan hemen sonra İBDA-C’nin eylemleri üstlenmesi üzerine, soruşturmalar bu yapının yerel tabanına odaklandı.

Dönemin gazetelerinde yayımlanan haberler, Türkiye’de radikalleşen bazı kişilerin 2000’li yılların başından itibaren El-Kaide ile temas kurduğunu gösteriyordu. Özellikle örgütün bölgesel bağlantılarıyla ilişki kuran kişiler, planlamanın bazı aşamalarında etkili oldu. Soruşturmalarda adı sıkça geçen Suriyeli militan Loai el-Sakka da dış bağlantıları sağlayan isimler arasında gösterildi.
El-Kaide’ye yakınlığıyla bilinen Ebu Hafs el-Masri Tugayı da saldırıları propaganda amaçlı üstlenen yapılardan biriydi. Ancak icracı hücrenin Türkiye’de radikalleşmiş kişilerden oluştuğu anlaşıldı.
Hazırlık sürecinin büyük bölümünü hedef seçimi oluşturdu. Yerel hücreler sinagogları bir süre gözlemledi. Neve Şalom ve Şişli Bet İsrael sinagogları, sembolik önemleri ve uluslararası yankı oluşturma potansiyelleri nedeniyle seçildi. Keşif faaliyetlerinin profesyonel istihbarat yöntemlerinden çok, radikal motivasyonla hareket eden kişiler tarafından yürütülen amatör gözlemlere dayandığı belirlendi.
Sonuç olarak soruşturma, yerel radikalleşmiş bireylerin saldırıyı gerçekleştirdiğini, ancak ideolojik yönlendirme ve bazı planlama unsurlarının El-Kaide çizgisinden geldiğini; İBDA-C gibi yapıların ise daha çok propaganda ve ideolojik rol üstlendiğini ortaya koydu.
Yarım kalan hikâyeler
2003 saldırılarında hayatını kaybedenlerin çoğu yalnızca bir isimden ibaret kaldı; ancak her birinin arkasında aileleri, alışkanlıkları, anıları ve sürdürülememiş yaşamları vardı. Farklı inançlardan, kimliklerden ve yaşam öykülerinden gelen bu insanlar, sıradan bir sabah içinde başkalarının aldığı şiddet kararının kurbanı oldular. Bu nedenle 22 yıl sonra bile bu saldırılar, hem bireysel hem toplumsal hafızada kapanmamış bir yara olarak varlığını sürdürüyor.




