Yaşar Kemal’in yaşam öyküsü, Anadolu’nun doğusundan batısına uzanan bir kültürel geçişin de hikâyesidir. Van Gölü kıyısındaki Ernis’ten (Ünseli) başlayan aile göçü, Çukurova’nın tarlalarına, oradan dünya edebiyatının merkezine uzandı. Kürtçe düşünüp Türkçe yazdı; kimliğini gizlemeden, edebiyatı bir tanıklık alanı olarak kullandı.
Van Gölü’nden Çukurova’ya: Göç, Doğum, İlk Kayıplar
Ailesi, 1915’te savaş koşullarında Ernis’ten ayrılıp Diyarbakır üzerinden Adana vilayetine bağlı Kadirli’nin Hemite (bugün Gökçedam) köyüne ulaştı. Yaklaşık bir buçuk yıl süren bu zor yolculuğun ardından 6 Ekim 1923’te Hemite’de doğdu. Nüfusa geç yazıldığı için resmi kayıtta 1926 görünür; gerçek doğum tarihi 1923tür.
Doğduğunda ona Kemal Sadık adı verildi; tam adı Kemal Sadık Gökçeli idi.
Çocukluk, çokdilli bir çevrede geçti: Kürtçe, Türkçe, Arapça ve Ermenice gündelik hayatın parçalarıydı. Çok küçük yaşta iki ağır travma yaşadı. Üç buçuk yaşında kurban kesimi sırasında bir bıçağın kaymasıyla sağ gözünü kaybetti. Birkaç yıl sonra camide namaz sırasında babasının öldürülmesine tanık oldu; bunun ardından kekeme oldu ve uzun süre konuşmadı. Okuma yazmayı ilerletmesi, türkü söylemesi ve sözlü kültürle kurduğu bağ bu kekemeliği zamanla hafifletti. Bu deneyimler, ileride edebiyatındaki adalet duygusu ve güçlü gözleme dönüşecekti.
Gazetecilikten Romanlara: Halkın Hikâyesini Yazmak
Ekonomik koşullar nedeniyle erken yaşta çalışmaya başladı: ırgatlık, pamuk toplama, patoz işçiliği, su kanalı bekçiliği, çeltik kontrolörlüğü… Sonra kütüphane memurluğu, burada Orhan Kemal ve bölgeye sürgün gelen Abidin Dino ile tanışmalar; bu çevre yazı disiplinini besledi. Gazetecilik yıllarında köy köy dolaşıp tarımdan gündelik hayatın dönüşümüne kadar geniş bir alanda röportajlar yaptı; topladığı malzeme romanlarının damarını oluşturdu.
1955’te yayımlanan İnce Memed, yalnızca bir eşkıya anlatısı değil, köylünün adaletsizliğe karşı direncinin simgesiydi; kısa sürede çok sayıda dile çevrildi. Ardını Teneke, Yer Demir Gök Bakır, Binboğalar Efsanesi, Demirciler Çarşısı Cinayeti gibi eserler izledi. Bu kitaplarda emeğin örgüsü, yerel iktidar ilişkileri, inanç-destan katmanı ve doğanın belirleyiciliği aynı düzlemde yer aldı. Roman, röportaj, deneme ve folklor derlemeleriyle üretken bir külliyat kurdu; eserleri kırktan fazla dile çevrildi, çok sayıda uluslararası ödüle aday oldu.
Bu dönemde bir başka kırılma da isim tercihinde yaşandı. Cumhuriyet gazetesinde yazmaya başladığı yıllarda “Yaşar Kemal” imzasını benimsedi. Siyasi-toplumsal iklimin baskısı ve kişisel mahremiyet nedeniyle bir süre gerçek adını sakladığını, hatta bir gün Adana’da karşılaştığı eski Türkçe öğretmenine bile Cumhuriyet’te övülen “Yaşar Kemal”in kendisi olduğunu söyleyemediğini anlatır. Bu tercih, yazarlık kimliği ile kişisel güvenliği arasındaki dengeyi kurma çabasının bir parçasıydı.
Kürtçe Düşünüp Türkçe Yazmak: Dilin Eşiğinde Bir Hayat
Çocukluğunun anlatıları Kürtçeydi; okul ve yazı dili Türkçe oldu. Bu gerçek, edebiyatında kalıcı bir “dil eşiği” yarattı. “Kürtçe düşünüp Türkçe yazmak” ifadesi, onun yalnızca bireysel tercihini değil, çokdilli bir toplumda hafıza taşıyıcısı olma sorumluluğunu da özetler. Yasaklanan dillerin ve bastırılan kimliklerin hikâyelerini, Türkçe edebiyatın ana akımı içine yerleştirdi. Böylece hem yerel olanın evrenselliğini gösterdi hem de dilin bir kimlik ve hak alanı olduğunu hatırlattı.
Metinlerinde sözlü kültürün ritmi — ağıt, destan, türkü — belirgindir. Karakterleri köylüler, işçiler, göç eden aileler, yerel yöneticiler ve zanaatkârlardır; tartıştığı meseleler ise toprak düzeni, emeğin sömürüsü, göç, şiddet ve adalettir. Eserleri, yalnızca edebiyat tarihi için değil, sosyolojik bir tanıklık olarak da önem taşır.
Doğa, Bellek ve Miras
Yaşar Kemal için doğa bir fon değil, toplumsal belleğin parçasıdır. Dicle’nin akışı, Çukurova’nın sıcağı, Van Gölünün mavisi; her biri insanın doğayla kurduğu ilişkinin ölçütüdür. Barajlar, taş ocakları, betonlaşma gibi tahribatları kültür kaybı olarak da okudu; Akdamar gibi miras alanlarının korunmasını bir ortak yurttaşlık görevi saydı.
1990’lardan itibaren ifade özgürlüğü ve barış girişimlerinde aktif oldu; sivil toplumla temaslarını sürdürdü. Sağlık sorunlarının arttığı 2000’lerde yazı temposu azalsa da, söyleşilerinde dil, doğa ve barış vurgusunu yineledi. 28 Şubat 2015’te aramızdan ayrıldı; ardında 30’u aşkın kitap, çok sayıda makale/röportaj ve bir ülkenin ortak hafızasında kalıcı bir iz bıraktı.
Yaşar Kemal’in yolu, Ernis’ten Hemite’ye, oradan dünya edebiyatına uzanırken; çocuklukta yaşadığı göz kaybı, baba cinayeti, kekemelik gibi ağır deneyimler, yazdıklarına tanıklık gücü kattı. “Yaşar Kemal” imzası, hem bir edebiyat kimliği hem de zor zamanların stratejisiydi. Romanları; dil, emek, doğa ve adalet ekseninde bugün de okunuyor ve tartışılıyor.
Kaynaklar:
- https://t24.com.tr/k24/yazi/yasar-kemal-gitti-dicle-nehri-durdu,81
- https://bianet.org/yazi/yasar-kemal-in-cigligi-258381
- https://bianet.org/yazi/yasar-kemal-kurtce-dusunup-turkce-yazdi-162814
- https://yeniyasamgazetesi9.com/kurt-tarihini-yasar-kemal-uzerinden-okumak/
- https://www.indyturk.com/node/360811/haber/ya%C5%9Far-kemal%E2%80%99-van-g%C3%B6l%C3%BC-hayranl%C4%B1%C4%9F%C4%B1-ve-akdamar-kilisesinin-kurtulu%C5%9F-hikayesi
- https://yasarkemalvakfi.org/yasami/
- https://www.indyturk.com/node/322961/k%C3%BClt%C3%BCr/ya%C5%9Far-kemal-bir-kez-bile-k%C3%BCrts%C3%BCn-sen-demediler