6 Kasım 1991 günü TBMM’de yeni dönemin milletvekilleri yemin etmek üzere sıralardaydı. O gün kürsüye çıkan Diyarbakır milletvekili Leyla Zana, meclis tarihine geçecek sekiz Kürtçe kelime söyledi: “Ez vê sondê li ser navê gelê Kurd û Tirk dixwîm.” Yani: “Bu yemini Türk ve Kürt halklarının kardeşliği adına ediyorum.”
Bu cümle, yalnızca mecliste değil, tüm ülkede büyük bir sarsıntı yarattı. Gazeteler ertesi sabah “Bölücülük rezaleti”, “Kürtçe kriz”, “Türküm demeyen vekil” manşetleriyle çıktı. Devletin ve toplumun büyük bir kesimi, bu sözleri bir “tehdit” olarak gördü. Oysa Zana, aynı anda hem Cumhuriyet tarihinin ilk Kürt kadın milletvekili hem de TBMM kürsüsünde Kürtçe konuşan ilk kişiydi.
Bir Mezradan Meclis Kürsüsüne
Leyla Zana, 1961’de Diyarbakır’ın Silvan ilçesine bağlı Bahçeköy mezrasında doğdu. 14 yaşında teyzesinin oğlu Mehdi Zana ile evlendirildiğinde, hayatının köy sınırlarıyla sınırlı kalacağı düşünülüyordu. Fakat Silvan, 1970’lerde Türkiye’nin en politik bölgelerinden biriydi; DDKD, TİP ve diğer sol örgütler bölgede aktifti. Bu politik atmosfer, Zana’nın erken yaşta siyasetle temasını mümkün kıldı.
Türkçe bilmediği için okulu yarıda bırakmak zorunda kalan Zana, ilerleyen yıllarda kendi tabiriyle “sömürge diliyle tanıştığı” ilk günün utancını hiç unutmadı. O utanç, yıllar sonra mecliste Kürtçe bir cümleyle karşılık bulacaktı.
12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında eşi Mehdi Zana tutuklanınca, genç Leyla Zana cezaevi önlerinde direnen yüzlerce Kürt kadından biri oldu. Bu süreçte insan hakları savunucularıyla tanıştı, işkence görenlerin, kaybolanların sesi oldu. 1987’de Diyarbakır’da kurulan İnsan Hakları Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. Ardından Yurtsever Kadınlar Derneği’nde çalışarak Kürt kadın hareketinin öncülerinden biri haline geldi.
1990’ların Eşiğinde Kürt Kimliği
1980’lerin sonunda Türkiye’de Kürt kimliği hâlâ “yok” sayılıyordu. Kürtçe müzik, kıyafet, hatta renkler bile yasaklıydı. 1982 Anayasası’nın 81. maddesi, “Türk devletine, ulusuna ve diline bağlılık” yemini zorunlu kılmıştı. Bu madde, Kürt kimliğini meclis zemininde dile getirmeyi doğrudan “suç” haline getiriyordu.
1990’da Halkın Emek Partisi (HEP) kurulduğunda, Kürtlerin kendi dilleriyle siyaset yapabilecekleri ilk yasal alan doğmuş oldu. Leyla Zana, HEP listesinden 1991 seçimlerinde Diyarbakır milletvekili seçildi. Meclis sıralarına oturduğunda, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk yaşanıyordu: Kürt bir kadın, devletin kalbinde yer almıştı.
Ancak Zana’nın varlığı bile yeterince “rahatsız edici” bulunmuştu. O, hem “Kürt”, hem “kadın”, hem de “kırsaldan gelen biri”ydi. Meclis’teki erkek egemen kültür ve Türk milliyetçiliği, bu üç kimliğin bir arada olmasına tahammül göstermedi.
Yemin Günü
Yemin günü, HEP milletvekilleri arasında Kürt halkına sembolik bir mesaj verilmesi kararlaştırılmıştı. Fakat kimin konuşacağı, nasıl bir jest yapılacağı son ana kadar belli değildi. Zana, saçına yeşil, kırmızı ve sarı renklerden örülmüş bir örgü takarak kürsüye yürüdü. Bu renkler, Kürtlerin ulusal renkleriydi ve yasaklanmıştı.
Zana, yeminin sonunda o meşhur cümleyi söylediğinde, meclis salonu bir anda karıştı. Bazı milletvekilleri yemin masasını yumrukladı, kimisi “Bu meclis bölücülere yer değil” diye bağırdı. Oturumu yöneten Meclis Başkanvekili Ali Rıza Septioğlu, “Kızım, o kelimeleri çıkar, tekrar et” diyerek Zana’yı yeniden yemine çağırdı.
O an Zana, kalabalığın arasında sessizce yerine oturdu. Ama o sekiz kelime artık tarihe kazınmıştı. Kürtçe ilk defa, devletin resmi binasında, ulusal meclis kürsüsünden duyulmuştu.
Bir Renk, Bir Kadın, Bir Cümle
Zana’nın taktığı örgünün de bir hikayesi vardı. Seçim çalışması sırasında Bismil’de bir düğüne katıldığında, damadı “özel tim” alıp götürmüş bir anne, Zana’nın başına üç renkli bir eşarp bağlamış ve “Bu renkleri yasaklayan parlamentoya bunlarla gideceksin” demişti. Zana o sözü tutmuştu.
Ertesi gün gazeteler linç kampanyası başlattı. “Kürtçe yemin” ifadesi, “meclis bölücülüğü”yle özdeşleştirildi. Bazı milletvekilleri Zana’nın dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi. Ancak o gün atılan manşetler, farkında olmadan Türkiye siyasetinde yeni bir dönemin başladığını ilan ediyordu.
Zana’nın Kürtçe yeminine gösterilen tepki, Türkiye’de Kürt kimliğine dair inkâr siyasetinin ne kadar derin olduğunu açığa çıkardı. Devlet, Kürtçeyi yalnızca “yasaklı bir dil” olarak değil, “varlığı tehdit eden bir unsur” olarak görüyordu. Bu inkâr hali, bir kadının sesiyle meclis kürsüsünden ilk kez kırılmıştı.
Sonrası: Sessizliğin Cezası
Leyla Zana, yeminden sonra uzun yıllar hedef alındı. 1994’te, DEP milletvekilleriyle birlikte dokunulmazlığı kaldırıldı ve 15 yıl hapse mahkûm edildi. Cezaevinde kaldığı yıllarda Avrupa Parlamentosu İnsan Hakları Ödülü’nü kazandı. Serbest bırakıldığında, hâlâ Kürtçe yemin ettiği günkü inancı koruyordu.
Zana’nın Kürtçe yemin ettiği o gün, yalnızca bir siyasi kriz değil; Türkiye’de kimliğin, dilin ve kadın olmanın kesiştiği bir kırılma noktasıydı.
O sekiz kelime, 1990’ların karanlık yıllarında Kürt kadınlarının sesi, hafızası ve direnci haline geldi. “Ez vê sondê li ser navê gelê Kurd û Tirk dixwîm.”