Kültür - Sanat

Şair Ceketli Çocuk Kazım Koyuncu, 54 Yaşında

Kazım Koyuncu bugün yaşasaydı 54 yaşında olacaktı. Karadeniz’in sesiydi; Kürtçe, Lazca, Türkçe ezgilerle başka bir dünyanın mümkün olduğunu söyledi.

Abone Ol

7 Kasım 1971’de Artvin Hopa’da doğdu Kazım Koyuncu. Karadeniz’in sisli dağları, çocukluğunun sesi oldu. Denize bakan bir köyde büyüdü; hırçın dalgalarla, dillerin iç içe geçtiği bir coğrafyayla tanıştı. O sesleri, o çokdilli dünyayı ileride müziğine taşıyacağını kimse o zaman bilmiyordu. Genç yaşında müzikle tanıştı, rock ile halk ezgilerini buluşturma fikri kafasında erken belirdi. Üniversite yıllarında, İstanbul’da, hem politik hem sanatsal olarak kendi yolunu arıyordu.

1990’ların başında Dinmeyen grubuyla başladığı müzik serüveni, Lazca, Hemşince, Gürcüce, Türkçe şarkılar söyleyen Zuğaşi Berepe ile genişledi. O yıllarda, Türkiye’de etnik kimliklerin bastırıldığı bir atmosferde, Lazca rock yapmak başlı başına politik bir duruştu. Koyuncu, müzikte kimliklerin yan yana durabileceğini, dillerin birbirini bastırmadan çoğalabileceğini gösterdi. Onun için şarkı söylemek, bir direniş biçimiydi; ama o direniş, yüksek sloganların değil, içtenlikli bir yaşam inancının içindeydi.

“Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey,” derken bir şairin sözünü mü yinelemişti, yoksa kendi cümlesi mi olmuştu artık, kimse ayıramıyordu. Çünkü Koyuncu, o cümledeki inancı sahiden taşıyordu. Müzik onun için bir dil, bir köprüydü. Konserlerinde Lazca bir şarkının ardından Türkçe bir ezgiye geçer, sonra Kürtçe bir melodiyi seslendirir; hepsi tek bir nefeste birleşirdi. Bu yönüyle o, Türkiye’nin kültürel çoğulluğunun sahnedeki canlı bir temsiliydi.

2000’lerde solo albümleriyle daha geniş kitlelere ulaştı. Viya! ve Hayde albümleri, Karadeniz müziğini şehirlerin kalbine taşıdı. O ses, bir dönemin umudunu da, öfkesini de içinde barındırıyordu. Gülbeyaz dizisiyle daha fazla tanındı; ama popülerliğin içinde bile kendi çizgisinden sapmadı. Karadeniz’in ezgilerini modernleştirirken, onlara yabancılaşmadı. Her şarkısında, toprağının rüzgârı, denizinin tuzu, köylerinin dili vardı.

Kazım Koyuncu’nun hayatı kısa sürdü. 2005’te, 33 yaşında, kanser nedeniyle aramızdan ayrıldı. Hastalığı, yaşamın ve doğanın tahribatına karşı söylediklerini daha da anlamlı kıldı. O, yalnızca bir müzisyen değil; doğayla, insanla, dil ve kültürle barış içinde yaşamanın mümkün olduğunu gösteren bir figürdü. Ölümünden sonra Karadeniz’deki termik santrallere karşı yükselen sesler, onun müziğinde yankı buldu.

Koyuncu’nun ardından geçen yıllar, onu unutmadı. Her 7 Kasım’da yeniden hatırlanıyor: yalnızca bir sanatçı olarak değil, başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanan bir insan olarak. Onun şarkıları, Karadeniz’in kıyılarında, İstanbul’un sokaklarında, gençlerin gitarlarında yaşamaya devam ediyor. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine,” diyordu şarkılarında; o ormanın bir sesi, bir nefesiydi.

Bugün 54 yaşında olacaktı. Belki yeni bir albüm yapıyor, belki de bir dağın yamacında Lazca bir ezgiyi yeniden yorumluyordu. Onu anmak, yalnızca geçmişe dönmek değil; hâlâ söylenmemiş şarkılarda, kurulmamış cümlelerde onun izini sürmek demek. Kazım Koyuncu’nun sesi sustu ama onun söylediği dünya hâlâ bir umut olarak duruyor: denizle, dağla, dille, insanla barışık bir dünya.