1992, Türkiye basın tarihi için en kanlı yıllardan biriydi. O yıl 14 gazeteci öldürüldü; biri hariç hepsi Güneydoğu’da çalışıyordu. Faili meçhuller, sansürün ötesine geçen bir susturma yöntemine dönüşmüştü. Onlardan biri de Azadi Gazetesi muhabiri Mehmet Sait Erten’di. 3 Kasım 1992 sabahı Diyarbakır’da beş kurşunla vurularak öldürüldü. 28 yaşındaydı.

Kürt Sinemasının İlk Işığı: Zarê Filmi
Kürt Sinemasının İlk Işığı: Zarê Filmi
İçeriği Görüntüle

Erten Mardin-Mazıdağı doğumluydu. 10 Temmuz 1964’te dünyaya geldi. Babası memurdu, annesi evde beş çocuğunu büyütmek için çalıştı. Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi İşletme bölümünü bitirdi. 1990 yılında gönüllü olarak gazeteciliğe başladı; önce Deng dergisi, ardından Azadi gazetesi için haber yaptı. Mazıdağı’nda HEP ilçe yönetiminde yer alıyordu. Evliydi, iki çocuk babasıydı.

Bölgedeki gelişmeleri aktarmak onun için bir meslekten çok, kamusal bir sorumluluktu. Ancak 1990’ların başında Kürt illerinde muhabirlik yapmak, devletin güvenlik politikalarıyla silahlı örgütlerin çatışmasının tam ortasında yaşamaktı.

“Beş El Ateş Ettiler”

3 Kasım sabahı Mehmet Sait Erten, arkadaşı Mehmet Solmaz ile Diyarbakır’a gitti. Ailesi Mazıdağı’nda kaldı. Tanıkların anlatımına göre Turgut Özal Kapalı Çarşısı inşaatı civarında iki kişi yaklaştı, adını söyleyip seslendi. Mehmet arkasını döndü, beş el ateş ettiler. Kurşunlar böbreklerine ve akciğerine isabet etti.

Polis olay yerine geldiğinde Erten hâlâ yaşıyordu. Ancak onu hastaneye taşımak yerine görgü tanığının ifadesiyle uğraştılar. Mehmet Sait’i akrabaları kendi araçlarıyla Diyarbakır Devlet Hastanesi’ne götürdü. Otopsi raporu ölüm nedenini “kan kaybı ve akciğer perforasyonu” olarak kaydetti.

Eşi Şükran Erten, eşinin gönüllü muhabirlik yaptığını ölümünden sonra öğrendi:

“Mehmet tehdit edildiğini bana hiç anlatmadı. O gün çocuklar küçük olduğu için gitmemiştim. Saatler sonra haberini aldım. Mazıdağı’nda herkes onu severdi. Dürüst, yurtsever, barıştan yana bir insandı.”

Faili Meçhulün Dosyası

Erten cinayeti, iki yıl boyunca faili meçhul olarak kaldı. 1994’te Hizbullah bağlantılı bir davaya dahil edildi. Diyarbakır 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde açılan dosyada, örgütün askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar gıyabında yargılandı.

Tutar 3 Ocak 2000’de İstanbul’daki Hizbullah operasyonunda yakalandı. Polise verdiği ifadede, Mehmet Sait Erten cinayetinin talimatını kendisinin verdiğini ve eylemi Abdülkadir Selçuk ile Mustafa Demir’in gerçekleştirdiğini anlattı. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi 2009’da Tutar’a müebbet hapis verdi. Ancak dava dosyası Yargıtay 9. Ceza Dairesi’ne gittiğinde karar henüz onanmamıştı.

1 Ocak 2011’de yürürlüğe giren yeni Ceza Muhakemeleri Kanunu gereği, on yılı aşan tutukluluk süresi nedeniyle Cemal Tutar tahliye edildi. 11 gün sonra Yargıtay yeniden tutuklanmasına karar verdi, fakat Tutar ortadan kayboldu.
2012’de tetikçi zanlısı Mustafa Demir hakkında verilen müebbet kararı onandı. Diğer sanıklardan Abdülkadir Selçuk’un öldürüldüğü iddia edildi.

Olayın ardından Erten ailesi, adalet sürecinin göstermelik olduğunu söylüyordu. Ağabeyi Şerif Erten, dosyanın nasıl rafa kaldırıldığını şöyle anlatıyor:

“Prosedür gereği dosya açılırdı ama kimse araştırmazdı. O dönem taktik buydu. Faili meçhul kavramı, aslında faili bilinen ama cezasız bırakılan dosyaların adıdır.”

Soruşturmanın Sessizliği

Erten’in öldürülmesinin ardından Mazıdağı’nda yas vardı. Kardeşi öğretmendi, ağabeyi TÖBDER Mazıdağı Şube Başkanıydı. Aile, siyasi bilinçlenmenin yükseldiği bir dönemde toplumsal sorumlulukla hareket ediyordu.

Şerif Erten, kardeşinin yaşamını şöyle özetliyor:

“Kavgayı değil çözümü savunurdu. Şiddeti değil barışı isterdi. Toplumunda bir kanaat önderiydi. Ölümünden sonra bile bize ilham verdi ama kaybı çok büyüktü.”

Aile 2006’da, “Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması” yasası kapsamında tazminat davası açtı ve kazandı. Ancak hukuki kazanç, gerçeğin açığa çıkmamasını telafi etmedi.

Bugün hâlâ Mehmet Sait Erten dosyası, 1990’ların faili meçhul cinayetleri arasında yer alıyor. Devletin Hizbullah’la ilişkileri, bu dönemde işlenen gazeteci cinayetlerinin gölgesinde tartışılmaya devam ediyor.