Diyarbakır

Apê Musa: Unutulmayan Aydın, Bitmeyen Dava

Diyarbakır’da katledilen gazeteci-yazar Musa Anter, bıraktığı mirasla yaşıyor. Zamanaşımıyla kapanan dava toplumun hafızasında hâlâ sürüyor.

Abone Ol

20 Eylül 1992’de, Diyarbakır’da düzenlenen bir kültür-sanat etkinliğinin ardından silahlı saldırıya uğrayarak katledildi Musa Anter. Yanında bulunan gazeteci Orhan Miroğlu ağır yaralı kurtuldu. Aradan 33 yıl geçti. Bugün, 20 Eylül 2025’te, ölüm yıldönümünde onu yalnızca bir gazeteci ya da şair olarak değil; bir dönemin tanığı, hakikatin sesi, kültürel hafızanın taşıyıcısı olarak anıyoruz.

Musa Anter 1920’de Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Eskimağara köyünde doğdu. Çocukluğu köyünde geçti; ardından Mardin’de ilkokul, Adana’da ortaokul ve lise öğrenimini tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne girse de eğitimini yarıda bırakarak yazıya yöneldi. Onu yazıya çeken yalnızca edebiyat sevgisi değil, aynı zamanda halkının sesi olma sorumluluğuydu.

Bu sorumluluğun temelleri, annesi Fesla Anter’in yaşamıyla da yakından bağlantılıydı. 1926’da, köyde erkek kalmayınca genç yaşında felç geçiren eşinin yerine muhtarlık görevini üstlenen Fesla Anter, Türkiye’nin ilk kadın vekil muhtarı olarak tarihe geçti. Jandarmaların köyden taleplerini anlayabilmek için oğlunu okula gönderen de oydu. Musa Anter, kendi ifadesiyle “okuma yazma serüvenini annesinden” aldı. Fesla Anter’in muhtarlık görevi, bir köyün idaresini sırtlayan bir Kürt kadınının hikâyesi olduğu kadar, Musa Anter’in yazı ve politik mücadeleyle geçen hayatının da başlangıç noktası oldu. Onun için yazı, yalnızca edebiyat sevgisi değil; annesinden miras aldığı sorumluluk bilincinin de bir devamıydı.

Gazeteci ve şair

1950’lerden itibaren Şark Postası, Dicle Kaynağı, İleri Yurt gibi gazetelerde yazıları yayımlandı. Yazılarında Kürt kimliği, dili ve kültürünü görünür kılmaya çalıştı. 1959’da İleri Yurt’ta yayımlanan Kürtçe “Qimil” (Kımıl) şiiri nedeniyle hakkında soruşturma açıldı, tutuklandı ve “49’lar Davası”nda idamla yargılandı. Bu süreç, hem Kürt basınının hem de Anter’in kişisel mücadelesinin simgesel anlarından biri oldu.

Darbelere tanıklık eden bir kuşaktandı. 1963’te cezaevine girdi, 1967’de sürgüne gönderildi. 1971 ve 1980 askeri darbelerinde yeniden tutuklandı. Ömrünün uzun yılları hapiste geçti ama o kalemini hiç bırakmadı. Dili, kültürü ve hakikati savunmaya devam etti.

Kurucu ve öncü

Anter yalnızca köşe yazıları ve şiirlerle değil, kültürel kurumların kuruluşunda da öncü oldu. Mezopotamya Kültür Merkezi ve İstanbul Kürt Enstitüsü’nün kurucuları arasındaydı. Yedi kitap yazdı, Kürtçe–Türkçe sözlük hazırladı. Gazetecilikte olduğu kadar, kültürel üretimde de halkının belleğini diri tutmaya çalıştı.

Onu tanıyanların aktardığı anılardan biri, yazılarını evinde yüksek sesle okumasıdır. Her bir isim, mekân ya da olay geçtiğinde durur, arka planı masal gibi anlatırdı. Yazı onun için yalnızca bir ifade biçimi değil, hafızayı gelecek kuşaklara aktarma yoluydu.

1992’de Diyarbakır’da düzenlenen Kültür-Sanat Festivali’ne katıldı. Kitaplarını imzaladı, okurlarıyla buluştu. 20 Eylül akşamı, Seyrantepe semtinde silahlı saldırıya uğradı. O gün 72 yaşındaydı. Saldırının faili olarak JİTEM bağlantıları, itirafçılar, dinlenmeyen tanıklar yıllarca tartışıldı. Ancak dava zaman aşımıyla kapandı.

“Babamı ikinci kez öldürdüler”

Oğlu Dicle Anter, mahkemenin kararı üzerine “Babamı ikinci kez öldürdüler” dedi. Çünkü adaletin yerini bulmadığına inanıyordu. 30 yıl boyunca süren hukuki süreç, etkin soruşturma yapılmadan, tanıkların ifadesi alınmadan sona erdirildi. Dava kâğıt üzerinde düşmüş olabilir; ama toplumun vicdanında düşmedi.

“76 İsimden Musa Anter Anıları” kitabında dostları, meslektaşları ve öğrencileri onun disiplinini, bilgisini, barışçıl kişiliğini anlattılar. Onu tanıyan gazeteciler, “ölümü ensemizde hissederek” çalıştıkları günlerde bile Musa Anter’den öğrendiklerini aktarmaktan vazgeçmediler.

Anter’in modern Kürt siyasi tarihinin üç farklı dönemine tanıklık ettiği vurgulanır: 1959–74 arası kitleselleşme süreci, 1974–84 arası iç çatışmalar dönemi ve 1984 sonrası PKK’nin tek aktör haline geldiği yıllar. Musa Anter, bu dönemler arasında köprü işlevi gördü. Hem 58’liler kuşağının temsilcisi, hem de sonraki kuşakların eleştirmeni ve gözlemcisiydi.

Bugünden bakınca

Onun ölümünden sonra her yıl anma etkinlikleri düzenleniyor. Musa Anter Gazetecilik Ödülleri, özgür basın geleneğinin devam ettiğini gösteriyor. Genç gazeteciler kendilerini “Musa Anter’in ardılları” olarak tanımlıyor. Bu tanım, yalnızca bir saygı ifadesi değil; basın özgürlüğü, kültürel haklar ve adalet mücadelesinin sürekliliğinin göstergesi.

Musa Anter, “Bu ülkenin girdisinin çıktısının canlı şahidiyim, hem şahidi, hem sanığı, hem mahkûmu, hem davacısıyım” demişti. Bugün, ölümünün 33. yılında bu söz hâlâ geçerli. Çünkü o yalnızca yaşadığı dönemi değil, bugünü de açıklayan bir tanıklık bıraktı.

33 yıl önce Diyarbakır’da susturulmak istendi. Fakat onun kalemi, sözü ve mirası hâlâ konuşuyor. Anter bir konuşmasında, “Allah’ım bana şerefli bir ölüm nasip et, beni Kürt halkına hizmet içinde öldür” demişti. Öyle de oldu. Ardında dil, kültür ve özgür basın için bir miras bıraktı. O miras bugün hâlâ yaşıyor.

Kaynakça