Dicle Öneriyor serisinin bu bölümünde, sesi merkeze alan, sessizliği politik bir alana dönüştüren bir film var: Babamın Sesi (Denge Bave Min). 2012 yapımı film, büyük anlatılardan çok küçük ayrıntılara, bağıran sahnelerden çok fısıltılara yaslanıyor. Bir annenin bekleyişi, bir oğlun arayışı ve kasetlere kaydedilmiş bir babanın sesi üzerinden, bu toprakların bastırılmış hafızasına dokunuyor.
Film, Elbistan’da yalnız yaşayan Base’nin gündelik hayatına odaklanır. Günleri, hiç çalmayan ama hep çalacakmış gibi beklenen telefonla geçer. Base için zaman, giden oğul Hasan’ın dönüş ihtimali etrafında donmuştur. Diyarbakır’da yaşayan küçük oğlu Mehmet ise baba olmaya hazırlanırken geçmişe doğru bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuğun anahtarı, babasından geriye kalan ses kasetleridir.
Beklemek bir hayat bicimi
Babamın Sesi, beklemeyi bir duygu olmaktan çıkarıp bir hayat bicimine dönüştürür. Base’nin evinde her nesne, her hareket bu bekleyişe hizmet eder. Hasan geri dönecek, evlenecek, hayat yeniden kurulacaktır. Bu inancın gerçeklikle ilişkisi kopsa da Base için anlamını yitirmez.
Film boyunca Base’nin sessizliği, konuşmaktan çok daha fazlasını anlatır. Onun suskunlugu, yasaklanmış dillerin, bastırılmış acıların ve ertelenmiş adaletin yükünü taşır. Telefonun ucundaki sessizlik, sadece bir ogula değil, devlete, tarihe ve kayba sesleniştir.
Ses kasetleriyle kurulan bellek
Filmin kalbinde ses vardır. Babaya ait kasetler, yalnızca bir aile hatırası değil, aynı zamanda toplumsal bir bellek aracıdır. Okuma yazma bilmeyen bir kadının, kocasına ve hayata sesle tutunma biçimi, sinemanın en yalın ama en güçlü anlatılarından birine dönüşür.
Mehmet’in kasetleri arayışı, babayı tanıma isteginden çok daha fazlasıdır. Bu arayış, ailesinin ve kendisinin neden bu halde olduğunu anlamaya yöneliktir. Bavuldan çıkan eski gazeteler, saklanan kasetler ve yarım kalan hikayeler, Maraş Katliamının aile üzerinde bıraktığı izi görünür kılar.
Babamın Sesi, travmayı yeniden canlandırmak yerine onun etrafında dolanır. Seyirciyi zorlayan sahnelerden çok, düşünmeye zorlayan boşluklar yaratır. Bu boşluklar, filmin en politik alanıdır.
Sinemada sessiz bir direniş
Film, Kürt sinemasında belgesel ile kurmaca arasındaki sınırı ustalıkla bulanıklaştırır. Gercek hayattan beslenen hikaye, birebir bir yeniden anlatım değildir. Ancak tam da bu mesafe sayesinde, daha evrensel bir yüzleşme alanı açar. Babamın Sesi, yüksek sesle konuşmaz. Kamera acele etmez, müzik yönlendirmez, duyguya baskı kurmaz. Bu sakinlik, filmi güçlü kılar. Seyirciyi tanık olmaya, dinlemeye ve hatırlamaya davet eder.
Hafıza ve ses ilişkisi, bekleyis ve kayıp, katliam sonrası hayat, anne figuru uzerinden direniş konuları filmin omurgasını oluşturur.
Yönetmenler Zeynel Doğan, Orhan Eskikoy Kimdir
Zeynel Doğan ve Orhan Eskikoy, Türkiye sinemasında bellek, dil ve kimlik meselelerini ısrarla takip eden iki yönetmendir. Daha önce Iki Dil Bir Bavul ile anadil meselesini merkeze alan ikili, Babamın Sesi ile bu hikayenin yetiskinlik haline odaklanır.
Zeynel Doğan, filmde kendi hayatından izler tasirken aynı zamanda basrolde yer alır. Orhan Eskikoy’un senaryosu, bireysel bir hikayeyi toplumsal bir yaraya baglar. Ikilinin sinemasi, taniklik etmeyi bir etik durus olarak ele alir.
Babamın Sesi, sadece izlenen bir film degil, dinlenmesi gereken bir hafiza kaydidir. Dicle Oneriyor serisinde, sessizligin en cok sey anlattigi filmlerden biri olarak ozel bir yerde durur.