Kültür - Sanat

Ekranların bitmeyen doğu fantazisi: Sevdiğim Sensin

Star’ın yeni dizisi Sevdiğim Sensin doğu temsili tartışmalarını ateşledi. Dizi, popüler kültür, töre melodramı ve devletçi bakışı aynı eksende birleştiriyor.

Abone Ol

Türkiye’nin popüler televizyon evreni yeni bir doğu melodramını daha dolaşıma sokmaya hazırlanıyor. Ay Yapım imzalı Sevdiğim Sensin, tanıtımı yayınlandığı anda hem sosyal medyada hem de kültürel temsil tartışmalarında hızlıca yankı buldu. Çünkü dizinin duyurulan hikayesi, İstanbul’dan gelen asker Erkan ile hayatında köyünden dışarı çıkmamış Dicle arasında kurulan aşkın etrafına örülüyor ve bu başlangıç, son otuz yılın ekran dili düşünüldüğünde fazlasıyla tanıdık geliyor. Türkiye televizyonlarında doğuya ve Kürtlere dair imge repertuarı hiç durmadan çalışıyor; aynı rolleri, aynı toplumsal pozisyonları, aynı güç hiyerarşilerini yeniden üretiyor. Bu sebeple Sevdiğim Sensin, yalnızca yeni bir dizi değil; temsil politikaları açısından uzun zamandır yerinden oynamayan bir kültürel düzenin güncellenmiş halkası.

Sosyal medyada dizinin duyurulduğu gün hızla yayılan yorumlar bu temsil krizinin ne kadar geniş bir kitle tarafından fark edildiğini gösteriyordu. Bazı kullanıcılar doğunun törelerle, geri kalmışlıkla, koyu renkleştirilmiş bir egzotizmle anlatılmasından duyduğu rahatsızlığı açıkça dile getirdi. Başka yorumlar, asker karakterinin kurtarıcı konumuna hazırlanmasına tepki gösterdi.

Özellikle Kürt izleyicilerin “bizim hayatımız böyle değil”, “bu topraklarda bu senaryoların uydurduğu hayat yok” cümlelerinde kristalize olan itirazları dizinin başından itibaren büyük bir temsil yüküyle karşılaştığını gösterdi. Bunlar aslında yeni tepkiler değil; ekranın Kürtleri nasıl sevdiğine ama Kürtlüğün toplumsal gerçekliğini nasıl es geçtiğine dair eleştiriler yıllardır birikiyor.

Dizinin bir doğu melodramı olarak nasıl şekilleneceği henüz net değil; yayın tarihi bile kesinleşmiş değil. Fakat tanıtımın verdiği kodlar, 1990lardan bu yana doğu temsillerini inceleyen iletişim araştırmalarının tarif ettiği klişe setine yeniden kapı aralıyor. Türkiye dizileri, Kürt karakterleri ya folklorik süs olarak ya da geri kalmışlığın dramatik fonu olarak konumlandırıyor. Yıllar önce yayımlanan film incelemelerinin altını çizdiği sorun da aynı. Sinema ve televizyon, Kürtleri hikayenin merkezine koyduğunda bile onları gerçek siyasal ve toplumsal bağlamlarından koparıyor, politik olanı romantik bir imkansızlık hikayesinin gölgesinde eritiyor. Sevdiğim Sensin bu açıdan yeni bir temsil açılımı vaat etmiyor, aksine bildik kodları yeniden çalıştırma niyetinde görünüyor.

Törenin karanlığı, modernliğin ışıltısı mı?

Tanıtımda asker Erkan’ın İstanbul’dan gelen modern erkek, Dicle’nin ise töre kıskacındaki doğulu genç kadın olarak konumlanması bu karşıtlığın yeniden üretildiğini gösteriyor. Bu imge düzeni, yıllardır televizyonun en çok satan hikayesinin iskeletini oluşturan bir denklem: modern erkek, mağdur kadın ve geri kalmış bir doğu. Bu formülün içinde asker, çoğu zaman devletin şefkatle görselleştirilmiş temsilcisine dönüşüyor. Doğu ise törenin karanlığıyla dolu bir coğrafya gibi resmediliyor. Bu anlatı, hem sınıfsal hem kültürel kodlarla örülü ve çoğu zaman gerçek Kürt yaşam deneyimlerinin çeşitliliğini, şehirleşmesini, modernleşmesini ve kendi iç dinamizmini görünmez kılıyor. Dicle karakterinin “köyünden hiç çıkmamış iyi niyetli, masum, tehlikede bir Kürt genç kadın” olarak sunulması, bu eşitsiz anlatı rejiminin devam ettiğini gösteriyor.

Bu karşıtlık aynı zamanda televizyonun Kürt temsiline ilişkin klasik bir politik tercihi gizliyor. Doğu geri kalmışlığın alanı olarak çiziliyor ve modern Türk kimliği onun karşısında ilerlemeyi, kuralları ve doğru yolu temsil eden tek sabit gerçeklik gibi sunuluyor. Bu imgesel harita, Kürtleri kendi coğrafyasında özne olmaktan çıkarıp dramatik dekor haline getiren bir yöntem. Bu nedenle izleyicilerin diziyi daha ilk saniyelerinden eleştirmesi şaşırtıcı değil.

Diziler neden hep ayni hikayeyi anlatıyor

Türkiye televizyonları yıllardır doğuyu toplumsal gerçekliğinden koparıp hazır kalıplarla anlatıyor. Aşiret, ağa, töre, elalem korkusu, kaçak sevda ve askerin kahramanlık çerçevesi bu kalıpların en sık kullanılanları. Bu tekrar yalnızca senarist tercihinden ibaret değil. Televizyonun ana akım üretim sistemi, sansürün ve otosansürün ağırlığı, politik risk alanlarının daralması ve rating güdümlü hikaye kurma baskısı bu kalıpları daha da sertleştiriyor. Journo’nun analizinde belirtildiği gibi, Kürt karakterler yalnızca belli arka planlarda var olabiliyor: çatışma, mağduriyet ya da folklor. Bu dar çerçeve, hayalet bir doğu yaratıyor. Oysa bugünün Kürt coğrafyası büyük şehirlerde yoğun kültürel dolaşıma sahip, genç nüfusu dinamizmin motoru olan, sınıfsal çeşitliliği barındıran bir yapı. Fakat ekran bu çeşitliliği görmek istemiyor; politikanın taşıyabileceği yükü melodramın duygusal kurtarılmış alanına havale ediyor.

Bu noktada Sevdiğim Sensin’in tanıtımı, modern Türk erkeği ile doğulu kadın arasındaki ilişkiyi, aşkın imkansızlığı ve sınıf farkının gölgesinde dramatize ediyor. Bu dramatizasyon Kürt kadınını çoğu zaman iki seçenekten birine sıkıştırıyor: korumaya muhtaç iyi kız veya özgürlüğe kaçmaya çalışan mutsuz kadın. İki seçenek de Kürt kadınını özne olarak değil, modern erkeğin dönüşüm hikayesinin katalizörü olarak yazıyor. Dicle karakterinin bu açıdan nasıl geliştirileceği dizinin siyasi yükünü belirleyecek.

Ekrandaki Kürdü severken, sokaktaki Kürde uzak kalmak

Bu imge düzenine dair en çarpıcı eleştiri, popüler kültürün Kürtleri dizilerde sevilebilir kılarken toplumsal düzlemde onları siyasi özne olarak tanımaktan kaçınması. Kürtler ekranın melodramına dahil olduğunda kabul edilebilir, sevilir, romantik ve egzotik olurken, siyasi alanda hak talep eden, konuşan, şehirleşmiş, eğitimli, sınıfsal çeşitliliğe sahip gerçek Kürtlerin görünürlüğü sistematik olarak azaltılıyor. Bu, temsil krizinin en derin noktası. Çünkü popüler kültür, Kürtlerin gerçekte var olan çoğulluğunu değil, devletle çatışmayacak kadar zararsız bir folklorik figürü tercih ediyor.

Sevdiğim Sensin tam da bu sebeple temsil tartışmasını yeniden gündeme taşıdı. Çünkü hikayenin iskeleti daha baştan bu problemli çerçeveye yaslanmış durumda. Dizi ilerleyen bölümlerde bu klişeleri kırabilir mi bilinmez. Fakat tanıtımda verilen karar verici imgeler, melodramın Kürt temsilini bir daha düşünmek için iyi bir fırsat sunuyor. Türkiye televizyonlarının doğuya ve Kürtlere dair anlatı üretiminde yeni bir söze ihtiyacı var. Bu sözün kendisi belki politik çatışmayı dizi formatına taşımak zorunda değil; ama gerçek bir temsil, melodramın rahatlatıcı kalıplarına sığmayacak kadar geniş bir dünyanın varlığını kabul etmekle başlayabilir.

Dicle TV (@dicletvcom)'in paylaştığı bir gönderi