Türkiye’de hapishanelerin uzun yıllardır bir baskı ve sindirme aracı olarak işletildiğine dair eleştiriler, özellikle son dönemde açılan yeni tip yüksek güvenlikli kurumlarla yeniden gündeme taşınıyor. 2020’den bu yana faaliyete giren S tipi, Y tipi ve yüksek güvenlikli hapishaneler; mimari yapıları, konumları ve işleyişleri nedeniyle ağır tecrit uygulamalarını kurumsallaştırdığı gerekçesiyle insan hakları örgütlerinin hedefinde.
Hak savunucuları ve hukukçular tarafından “kuyu tipi hapishaneler” olarak nitelendirilen bu kurumlar, birbirinden tamamen ayrıştırılmış üç katlı hücre blokları, tel ızgaralarla kaplı pencereler, günde yalnızca bir buçuk saatlik havalandırma izni ve dış dünya ile teması en aza indiren uygulamalarla insanlık onuruna aykırı koşullar yarattığı iddiasıyla eleştiriliyor. Bu hapishanelerde tutsakların iradeleri dışında gerçekleştirilen sevkler ise tartışmanın diğer bir boyutunu oluşturuyor.
Çorlu Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu’nda tutulan Fergil Fırat ile Celal Punar da söz konusu ağır tecrit koşullarından dolayı Adalet Bakanlığı ve hapishane idaresine defalarca başvurarak “kuyu tipi olmayan” bir hapishaneye sevk edilmek istediklerini iletti. Ancak avukatlarının aktardığına göre bu talepler uzun süredir yanıtsız bırakıldı.
Tutsakların avukatı Umut Vedat Açar, müvekkilleri ve aileleri adına tüm kitle örgütlerine, siyasi partilere, insan hakları ve hukuk kurumlarına dayanışma çağrısında bulunarak kamuoyunun sesinin hayati önem taşıdığını vurguladı. Açar, Fergil Fırat ve Celal Punar’ın taleplerinin karşılanmasının hem hukuki yükümlülük hem de insani bir zorunluluk olduğunun altını çizdi.