Cansu Çamlıbel’in T24’te yayımlanan kapsamlı söyleşisinde eski ABD’li diplomat Peter Galbraith, Suriye’de SDG’nin geleceğinden Türkiye’nin olası askeri hamlelerine, ABD’nin tutumundan Kürtlerin siyasal taleplerine kadar birçok başlıkta çarpıcı değerlendirmelerde bulundu. Galbraith, Türkiye’nin PKK’ya karşı savaşı 1999’da kazandığını savunarak, bugün gelinen noktada “PKK’nın taleplerinin oldukça küçük” olduğunu ve bunun temel nedeninin Türkiye’de yenilgiye uğraması olduğunu söyledi; Suriye’de ise Kürtlerin bağımsızlık değil, Suriye’nin parçası olarak haklarının korunmasını istediğini vurguladı. Çamlıbel'in röportajı şu şekilde:

Kenan Evren bize Talabani’yi kastederek ‘Neden Kürt teröristlerle görüşüyorsunuz’ tepkisi göstermişti

-Öncelikle akut bir kriz olarak görünen Ankara’nın Suriye Demokratik Güçleri’nin Suriye ordusuna entegrasyonuyla ilgili çıkışlarıyla başlayalım. Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Savunma Bakanı Yaşar Güler, arka arkaya “Yıl sonuna kadar 10 Mart Anlaşması’na paralel tam bir entegrasyon olmazsa planımız hazır” şeklinde açıklamalar yaptılar. Bu mesajlar Türkiye’nin askeri müdahale seçeneğini ciddi bir biçimde gündemine aldığı şeklinde yorumlanıyor. Sizce mevcut koşullar altında Ankara’dan Fırat’ın doğusunu da kapsayacak biçimde büyük bir operasyon beklemek mümkün mü? Trump yönetimi bu konuda Ankara’ya yeşil ışık yakar mı?

Umarım Türkiye’den askeri bir müdahale olmaz. Bence insanların aklında tutması gereken şey şu; askeri müdahaleler çoğu zaman istenmeyen sonuçlara neden olur. Mesela, Putin Ukrayna’da dört yıldır kazanamadığı bir savaşa gireceğini tahmin edebilir miydi? O gün sorsanız Ruslar birkaç günde Kiev’i ele geçireceklerine inanıyordu. Peki, bugün Türkiye Suriye’de böyle bir işe kalkışırsa sonuçları ne olur? Bilemiyorum. Belki de asıl sorulması gereken böyle bir müdahalenin Türkiye’nin içindeki çözüm sürecini nasıl etkileyeceğidir. Yine yakın tarihten başka bir örneğe bakalım; Saddam, Kuveyt’i işgal ettiğinde, bunun yanına kalacağını düşünmüştü. Yani savaşlar nadiren mimarlarının istediği gibi sonuçlanır.

İkinci vurgulamak istediğim nokta ise şu olur; Türkiye, Suriye Kürtleriyle yeni dönemde nasıl ilişki kuracağını değerlendirirken bence Irak Kürtleriyle olan ilişkilerinin tarihine bakmalı. 1988’de Celal Talabani, Washington’a geldiğinde ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki görüşmesini ben ayarlamıştım. O zaman Türkiye’nin Cumhurbaşkanı hala Kenan Evren’di. Ve Evren, Talabani’den bir gün sonra Washington’daydı. “Neden Kürt teröristlerle görüşüyorsunuz?” diye tepki göstermişti. Bugün Türkiye’nin tüm komşularını düşünün. En iyi ilişkilere sahip olduğu komşusu hangisi? Irak Kürdistanı. Peki Irak Kürdistanı’na en çok yatırım yapan kim? Türkiye. Oradaki havaalanlarını, otelleri kim inşa etti? Ben Erbil’e gittiğimde Divan’da, Duhok’ta Rixos’ta kalıyorsam bu Türklerin sayesinde. Beni dinleyeceklerini sanmıyorum ama bana sorsalar Türklere tavsiyem, Suriye’de işlerin kendi seyrinde ilerlemesine izin vermeleri. Çünkü nasıl yönetilecekleri Suriyelilerin çözmesi gereken bir mesele.

Suriye’nin kuzeydoğusundaki Öcalan fotoğraflarını keşke kaldırsalar, gereksiz yere provokatif

-Irak ve Suriye’deki Kürtlerin durumuyla ilgili Türkiye açısından çok önemli bir fark olduğunu hatırlatmama müsaade edin. ‘Suriyeli Kürtler’ diye kestirmeden atıfta bulunduğumuz grup YPG aslında ABD istihbaratının da teyit ettiği biçimde PKK’nın Suriye kolu olarak hayatına başladı. PKK da halen ABD’nin terör örgütleri listesinde. Evet hatırlattığınız gibi 80’ler, 90’lar boyunca Türkiye’den Talabani ve Barzani’ye tepki vardı ama ikisi de PKK’dan bambaşka politik çizgileri temsil eden iki liderdi. Ama nihayetinde YPG’nin omurgasına oturan SDG, ABD tarafından ağır silahlarla donatılmış ordu ayarında bir güç. Yani burada Türkiye açısından haklı bir ontolojik itiraz yok mu?

Ben de size söylüyorum işte Türkiye bir dönem, Talabani ve Barzani’yi “Kürt teröristler” olarak tanımlıyordu. Bugün Ahmed El Şara’ya bakın, düne kadar başına 10 milyon dolarlık ödül konmuş bir teröristti. El Kaide üyesi birisinden bahsediyoruz. O da terör örgütü üyesiydi, Suriye’de korkunç suçlar işlediler ve yine de Türkiye onları destekledi. Bu yüzden bence Türkiye’nin burada ahlaki üstünlüğü yok. Ve ben ahlaki üstünlük kurma çabasından uzaklaşıp pragmatik olana odaklanmak istiyorum. Türkiye’de devam eden bir barış süreci var, ya da adına ne derseniz deyin. Bence başarılı olma şansı çok yüksek. Ben defalarca Suriye’nin kuzeydoğusuna gittim. Evet, PKK ile uzun süredir ilişkisi olan insanlar var. Kimse aksini iddia edemez. Orada Öcalan’ın fotoğrafları da var. Keşke onları kaldırsalar. Bence bu gereksiz yere provokatif.

Bosna Savaşı’nda Türkiye’nin silah sağlamasının önünü açan kişilerden biriyim, Türkiye’ye sempatim yüzünden Suriye’de pragmatik olunmasını tavsiye ediyorum

-Konuştuğunuz YPG’lilere bunu söylüyor musunuz, onlar ne yanıt veriyorlar?

Hepsiyle konuşuyorum ve elbette bunu söylüyorum. Ne demek istediğimi anlıyorlar. Ben hiçbir fayda sağlamayan sembolik eylemlere, kesinlikle karşıyım. Bu resimler de sadece sembolik ve siyasi bir faydası yok, tam tersine siyasi zararı var. Ben Türkiye’yi çok seviyorum ve Türkiye’deki her türlü liderle temasım oldu. Türkiye ile olan geçmişim çok eskilere dayanıyor. Eğer 1990’larda benimle konuşuyor olsaydınız, beni “Kürtlerin dostu” olarak değil, Türkiye’nin Bosnalılara silah sağlamasını mümkün kılan ve savaşı tersine çeviren ABD’nin Hırvatistan büyükelçisi olarak düşünürlerdi. Belki biliyorsunuz, ben Türkiye’nin düzenlediği operasyonların ve Bosnalı Sırpların yenilgisine neden olan askeri harekatların önünü açan kişilerden biriyim. Bugün de Türkiye’ye sık sık gelirim. Türkiye’ye olan bu sempatim yüzünden de Suriye konusunda pragmatik olunmasını tavsiye ediyorum. Çünkü kuzeydoğu Suriye’de PKK üyesi olmayan birçok insan var. Eğer daha geçen yıla kadar şeriat isteyen ve terörist konumunda olan insanların değiştiğini kabul ediyorsanız, belki bu diğer insanların da değiştiğini kabul edebilirsiniz. Salih Müslim’le, İlham Ahmed’le veya başkalarıyla zaman geçirdiğinizde, onların normal ve pragmatik insanlar olduğunu görüyorsunuz.

Suriye konusunda sivil bir vatandaş olarak çalışıyorum elbette Kongre’deki arkadaşlarımla da konuşuyorum

-Şu anda ABD Yönetimi’nde resmi bir pozisyonunuz olmamasına rağmen, acaba bir yerlerde kolaylaştırıcı bir pozisyonunuz var mı diye merak ediyorum.

Elbette Kongre’deki arkadaşlarımla ve önceki yönetimdeki insanlarla konuşurum. Mevcut yönetimde tanıdığım birkaç kişi var ama bir şey söyleyerek onları zor durumda bırakmak istemem. Son dönemde yaptığım ziyaret ve görüşmelerin hepsi bireyseldir, sivil bir vatandaş olarak yaptıklarımdır. Bu bölgede on yıllardır biriktirdiğim sermayeyi kullanıyorum. Hepsi bu. Siz de fark ediyorsunuz belki, yaptığım şeylerin çoğu Suriye’de barışçıl bir çözüm bulmaya çalışmakla ilgili. Türkiye ile barışçıl bir süreç geliştirilmesine yardımcı olmakla ilgili. Kaçırılan ve seks kölesi olarak tutulan Yezidi kızları kurtarmakla ilgili. Ve elbette SDG kamplarında tutulan IŞİD’liler sorununu çözmeye çalışmakla ilgili.

Türkiye’de görüştüğüm kimseyi söylemem çünkü zor durumda bırakmak istemem

-Türkiye’den ‘vatandaş olarak’ temasta oldunuz siyasetçi ya da bürokrat var mı?

Söylemeyeceğim çünkü kimseyi zor durumda bırakmak istemiyorum.

Türkiye PKK’ya karşı savaşı 1999’da kazandı. Bugün savaşı tamamen sona erdirecek şeyler basit ve düşük maliyetli; PKK’nın talepleri oldukça küçük çünkü Türkiye’de kaybettiler

-Türkiye’de bu seferki çözüm süreci bağlamında aslında hayal bile edemeyeceğimiz şeyler oldu. Meclisten bir heyetin Öcalan’ı ziyarete gitmesi başlı başına bir olay. Öte yandan sızan tutanaklar sayesinde Öcalan’ın Kandil ile ve hareketin diğer merkezlerinden isimlerle görüştürüldüğünü öğrendik ki iddiaya göre bu görüşmelerinden bazılarında İlham Ahmed de vardı. Buna rağmen Ankara, YPG konusunda daha sert bir tavır izliyor gözüküyor. Sizce gerçekte neler oluyor? Tüm bunlar dışardan izleyen ortalama bir vatandaş için takdir edersiniz ki çok kafa karıştıran şeyler.

Öncelikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, Hakan Fidan’ı ve diğerlerini pragmatik olabildikleri için tebrik etmek isterim. Bakın, Türkiye PKK’ya karşı savaşı 1999’da kazandı. Ve kaybedilen bir savaşı sürdürmenin bir anlamı yok. Ve Türkiye’nin bugün savaşı tamamen sona erdirmek için yapabileceği çok basit ve düşük maliyetli şeyler var çünkü aslında mesele çözüldü; PKK Türkiye’de kaybetti. Peki bugün işin kalan tarafı nasıl çözülebilir? Tam olarak şu anda üzerinde çalışılan şeyle çözülebilir; PKK’lılar için bir tür afla. Bugün bunun maliyeti çok düşük çünkü geçen zaman içinde Kürtlerin hakları temelde tanındı. 1988’de Türkiye’nin güneydoğusuna ilk kez gitmiştim, şu anda Maryland Senatörü olan Chris Van Hollen ile birlikte. Irak-Türkiye sınırının tamamı boyunca Saddam rejiminin Kürtlere karşı kimyasal silah kullanımını belgeledik o dönem. O çalışmanın ardından Türkiye’ye geldik Silopi’den. Dört gece dağlarda kaldık. O zamanlar Kürtçe konuşmak, kamusal alanlarda Kürt kimliğini kabul etmek yasa dışıydı. Şimdi ise Kürtçe yayınlar var ve birçok alanda değişiklik oldu. Bunların hiçbiri Türkiye’nin birliğine veya bütünlüğüne tehdit oluşturmuyor. PKK’nın şu anki talepleri de oldukça küçük çünkü kaybettiler, çok uzun zaman önce kaybettiler.

Cansu Çamlıbel'in, Peter Galbraith ile yaptığı online görüşmeden bir kare

Öcalan’ın ilham aldığı kişi Murray Bookchin, Vermontlu bir Amerikalı; Suriye’deki kurdukları Vermont’taki kasaba toplantıları deneyimine dayalı bir düzen

-Ama önemli bir cümle kurdunuz; “PKK Türkiye’de kaybetti” dediniz. Ve bugün konuştuğumuz şey de Suriye’deki PKK zaten.

Oradaki insanların Türkiye’ye karşı askeri bir üs olmak gibi bir arzusu yok. Onların istediği şey temelde 2011’den bu yana başardıklarını düşündükleri şeyleri sürdürebilmek. Bu arada, orada kurulan düzenin dayandığı ideolojinin benim memleketim olan Vermont eyaletinde yaşayan Murray Bookchin’den geldiğini biliyorsunuz değil mi? Marksist-Leninist olarak yola çıktılar ve sonra Bookchin’i benimsediler. Suriye’de bugün kurdukları düzen Vermont’taki kasaba toplantılarından ilham alan bir şey, yani en alt düzeyde yönetiyorsunuz. Vermont’taki kasabadaki deneyim şu sorulara dayanır; okul bütçemizi nasıl belirleyeceğiz, hangi itfaiye araçlarını alacağız, hangi kaldırımları yaptıracağız? Bütün kasaba oraya geliyor, tartışıyorsunuz. Rojava’da benimsenen sistem bu. Ama Suriye’dekilerin unuttukları tek şey radikal çevrecilik gibi görünüyor. Çünkü Suriye’nin kuzeydoğusuna giderseniz, kirliliğe neden olan devasa petrol platformları olduğunu ve her yerde çöp olduğunu göreceksiniz. Bir de tabii Rojava’daki SDG’nin hepsi Kürt değil. Arapları ve diğer etnik ve dini grupları içeren bir yapı. Yani Kürt ayrılıkçılığı üzerine kurulu bir yapıdan bahsetmiyoruz.

Irak’ta Kürt liderler her zaman bağımsız bir devlet istediler ve özerkliği bir ara durak olarak gördüler, oysa Suriye’deki Kürtler Suriye’nin parçası olmak istiyor

-Madem kuzeydoğu Suriye’deki petrol rafinerilerine sözü getirdiniz, o halde hatırlatmak isterim ki 10 Mart Anlaşması’na göre SDG’nin ülkenin petrol kaynaklarının yönetimini de merkezi hükümete bırakma taahhüdü var ki şimdi SDG tarafının buna ayak dirediği anlaşılıyor.

Tartışmalar var. Ama biliyorsunuz, 10 Mart Anlaşması’ndaki maddeler çok muğlak. Mesela SDG’nin yeni Suriye ordusuna entegre edilmesi gerektiğini söylüyor ama nasıl entegre edilmesi gerektiğini söylemiyor. Bir çözümünüz olacaksa, genel ifadeler oldukça anlamsızdır, önemli olan tüm detaylardır. Ama bence insanların bu tartışmaları izlerken Irak Kürdistanı ile Suriye arasında kritik bir fark olduğunu anlamaları önemli. Ben Irak Kürdistanı’na ilk seyahatimi 1984’te yaptım. O dönemde “Bağımsız bir Kürdistan vatandaşı olmaktansa Irak vatandaşı olmayı tercih ederim” diyen tek bir Iraklı Kürtle karşılaşmadım. Celal Talibani, Fuad Masum, Abdüllatif Raşid, Berham Salih gibi cumhurbaşkanlığı yapmış dört Kürt de buna dahil. Irak’ta Kürt liderler her zaman bağımsız bir devlet istediler ve Irak anayasasında güvence altına aldıkları yüksek derecede özerkliği, nihai bağımsızlık hedefine giden bir ara durak olarak gördüler.

Ama ben ne dün ne bugün hiçbir Suriyeli Kürt’ün “Bağımsız bir ülke istiyoruz” dediğini duymadım. Hepsi Suriye’nin bir parçası olmak istediklerini söylüyor. Ve bence gerçekten böyle düşünüyorlar. Suriye içinde haklarını korumak, son 13 yıldır sahip oldukları siyasi sistemi sürdürmek istiyorlar ve teröre karşı korunmak istiyorlar. Yani HTŞ’ye karşı korunmak istiyorlar. Biraz önce dikkat çektiğim bir noktaya geri dönecek olursak, IŞİD ve El Kaide gibi teröristlerin artık ıslah olduğunu kabul ederken PKK’nın asla değişmeyeceği tezini anlamak biraz zor. Bu mantıklı değil.

Irak’taki Kürt nüfusu 5 milyon Türkiye’deki Kürt nüfusu 20-25 milyon Iraklı Kürtler Diyarbakır’dan yönetilmek istemez

-Türkiye’de devlet düzeyinde, ABD ve batı güçlerinin bir çeşit ‘Büyük Kürdistan’ kurulmasını hedeflediğine dair kökenlerini Osmanlı’nın son döneminden alan bir korku var. Suriyeli Kürtler bugün evet sizin hatırlattığınız gibi ‘bağımsızlık’ talep etmiyor olabilir. Ama Ankara’nın kafasının arkasında bir gün küçük parçaların ‘Büyük Kürdistan’ talep edebileceğine ilişkin derin bir şüphe var. Bir devletin bunu hesap etmeye çalışması tam da devlet olmakla ilgili bir konu değil mi?

Bunu anlıyorum ama olguları mantıklı biçimde ele almamız gerekiyor. Irak Kürtlerinin bağımsız bir devlet istediği açık. Umarım ben yaşarken Irak topraklarında bağımsız bir Kürdistan olduğunu görebilirim. Çünkü benim tecrübeme göre, insanları coğrafi olarak tanımlanmış bir bölgede, parçası olmak istemedikleri bir ülkede sonsuza dek tutamazsınız. Ama bu Irak için geçerli. Oradakiler Bağdat tarafından yönetilmek istemedikleri gibi Diyarbakır tarafından da yönetilmek istemiyorlar. Türkiye’de 20-25 milyon Kürt var. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde ise 5 milyon Kürt var. Çok iyi biliyorum ki Iraklı Kürtler, PKK ile bağlantısı olan kişiler tarafından kesinlikle yönetilmek istemiyorlar. Ayrıca dünyanın en büyük Kürt şehri İstanbul iken, Türkiye toprakları dışında bağımsız bir Kürdistan ne kadar gerçekçi olabilir?

Atatürk’ün dediği gibi ‘Türk bir fikirdir’

-Eğer başka bir ülkede ‘bağımsız bir Kürdistan’ varsa bu Kürtlerin yaşadığı diğer ülkeler açısından asla bir örnek olamaz yani öyle mi? Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?

500 yıl sonraki geleceği tahmin edemeyiz. O zamana kadar herhangi bir ülkenin nüfusunun nasıl olacağını kim bilebilir ki? Ayrıca Atatürk’ün dediği gibi “Türk bir fikirdir.” Bu anlamda Türkler, Amerikalılara çok benziyor. Yani Türkler Balkanlardan ve Orta Asya’dan geliyor; Arnavutlar, Boşnaklar, Çerkezler… Herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak yaşıyor bugün.

Dünyada tek bir federasyon tanımı yok, Irak’taki aslında bir konfederasyon; Suriye için illa bir tanım kullanacaksak ‘nispeten güçlü bir merkeze sahip federalizm’ derim

-Gelelim Suriye’de yönetim modelinin ne olacağı tartışmasına… Suriye nihayetinde bir çeşit federasyon mu olacak, olmayacaksa klasik anlamda merkeziyetçi bir devlet şu şartlar altında yine de başarılabilir mi? Bu arada ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Thomas Barrack önceleri Suriye için “gevşek bir federasyondan” bahsediyordu, şimdilerde ise federasyonların musibetlerinden bahsediyor.

Görünüşe göre ABD’nin Suriye’deki baş müzakerecisi Saddam Hüseyin’lerin ve Esad’ların son derece merkezi rejimlerini, sonrasında gelenlerden çok daha çekici buluyor! Bakın, ‘federalizm’ kavramının altında tek bir formül yok. Biliyorsunuz, gevşek ya da asimetrik federasyonlar da var. Bu durum neredeyse her federal ülkede farklılık gösterir. Irak’ta gerçekten gevşek bir federasyon, daha doğrusu bir konfederasyon var. Konfederasyonlar, iki ayrı egemen varlığın olduğu sistemlerdir. Yani aslında iki devlettirler, kendi parlamentoları, kendi orduları, kendi başkanları vardır ve iş birliği yaparlar ama Birleşmiş Milletler’de tek bir diplomatik servis tarafından temsil edilirler ve ortak bir para birimine sahiptirler. Avrupa Birliği bir konfederasyondur, hatta belki de bir federal devlettir. Federal devletlerde ise türlü türlü düzenleme olabilir. Örneğin, bazı federal devletlerde doğal kaynaklar merkezi hükümet tarafından kontrol edilir. Kanada gibi bazı ülkelerde ise bunlar eyaletler tarafından kontrol ediliyor. Ya da Amerika Birleşik Devletleri’nde ise tam bir karışım var. Suriye için illaki bir tanım kullanmamız gerekiyorsa, “merkeziyetsiz bir yapı” istiyorlar diyebilirim. Yani aslında SDG’nin bahsettiği şey nispeten güçlü bir merkeze sahip bir federalizm.

SDG, Şam’ın petrolü kontrol etmesine tamamen hazır, yerel yönetimlerin ise Şam tarafından değil, seçimle belirlenmesini istiyorlar

- ‘Güçlü bir merkeze sahip federalizm’ dediğiniz şeyin askeri birlikler dışındaki en önemli diğer parametreleri nedir?

Petrol örneği üzerinden gidersek, doğal kaynaklar Şam’daki hükümet tarafından kontrol edilecek ancak nüfusuna bağlı olarak Kuzeydoğu’ya da adil bir pay düşecek. Ve biliyorsunuz, bunu garanti altına almak istiyorlar. Irak Kürdistan’ı ise petrol konusunda Bağdat’a bağlı olmak istemiyordu. Ve bu konuda Türkiye’ye müteşekkirler çünkü Irak Kürdistan’ına ilk gelen Türk petrol şirketleri oldu. Ve Kürdistan’ın petrolünün Bağdat’tan izin almadan dışarı göndermesini sağlayan boru hattını da Türkiye inşa etti. Suriye’de istedikleri şey bu tür bağımsız bir mekanizma değil. Şam’ın petrolü kontrol etmesine tamamen hazırlar. Tek istedikleri, gelirlerin bir kısmının Suriye’nin her zaman en yoksul ve en ihmal edilmiş bölgesi olan kuzeydoğuya yatırılması. Ayrıca, işçilerin ve yönetimin bir kısmının kuzeydoğudan olmasını istiyorlar. Buradan baktığınızda, petrol bağımsız bir devletin temeli olarak görülüyor. Irak Kürtlerinin istediği de buydu ve Suriye Kürtlerinin istediğinden tamamen farklı.

Bence Suriye Kürtlerini en çok ilgilendiren şey, yerel yönetimlerinin Şam tarafından atanması yerine seçimle belirlenmesi. Gerçi, yerel seçimlerde birini vali olarak aday gösterebilecekleri ve Şam’ın da onaylayacağı ya da veto edebileceği bir uzlaşma da düşünülebilir. Elbette ayrı bir mahkeme sistemine sahip olmak isterler ve bu oldukça normal olur. Mesela Dürzi, Alevi veya Kürt bölgelerindeki evlilik kuralları İdlib'deki kurallardan farklı olabilir ya da Şam ve Halep’teki kurallar da İdlib'dekilerden farklı olabilir. Biliyorsunuz, Amerika Birleşik Devletleri’nde de farklı eyaletlerde farklı uygulamalar ve mahkeme yorumları var sosyal hayatın düzenlenmesiyle ilgili olarak.

Şara ile Mazlum arasında müzakere edilen önlemler geçici, nihai statü seçilmiş bir anayasa meclisi tarafından belirlenmeli

-Geçen hafta Şara ile Mazlum Abdi'nin SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu konusunda sözlü bir anlaşmaya vardığına dair haberler okuduk. Hatta bu haberler Suriye Savunma Bakanına dayandırıldı. Buna göre, Şam SDG’nin üç birim halinde –Sınır Muhafızları Tümeni, Kadın Tümeni ve Terörle Mücadele Tümeni – olarak mevcut komuta yapısıyla orduya katılımına onay vermiş. Dahası Şam, Suriye ordusunun kuzeydoğu Suriye’de konuşlanmayacağını da kabul etmiş. Bu haberler doğruysa ne anlama geliyor?

Anladığım kadarıyla henüz çözülmesi gereken küçük sorunlar olsa var ama bu haberler hem askeri hem de siyasi açıdan son derece önemli bir gelişmeyi anlatıyor. Özünde, Şam kuzeydoğu Suriye için federal statünün en önemli unsurunu, yani yerel güçlerin güvenlikten sorumlu olacağını kabul etmiş demektir. Durum buysa, geçici siyasi statünün müzakere edilmesi daha kolay olabilir. Buna karşın, Rojava da merkezi hükümetin birçok fonksiyonunu da merkeze geri verecektir. Biraz önce anlattığım gibi, SDG Suriye ordusunun bir parçası olacak, yani peşmerge gibi olmayacak. Çünkü peşmerge KRG tarafından kontrol edilen, anayasal olarak tanınmış ayrı bir güçtür. İkincisi Şam, kuzeydoğu Suriye’deki petrol kaynaklarının yönetiminde daha büyük bir role sahip olacakken, Irak anayasası KRG’ye Kürdistan Bölgesi'ndeki petrol sahaları üzerinde münhasır kontrol yetkisi vermektedir. Üçüncüsü, kuzeydoğu Suriye bazı yasama yetkilerine sahip olsa da KRG’nin sahip olduğu kapsamlı yetkilere, yani Kürdistan Bölgesi’ndeki neredeyse tüm Irak yasalarının uygulanmasını değiştirme veya iptal etme yetkisine sahip olmayacak. Benim gelinen noktadan anladığım bunlar.

Ama Şara ve Mazlum arasında müzakere edilen düzenlemelerin geçici önlemler olduğunu bilmek önemlidir. Kuzeydoğu Suriye’nin ve Dürzi ve Alevi bölgelerinin yanı sıra, Şam ve Halep gibi Suriye’nin daha laik kesimlerinin nihai statüsü, seçilmiş bir anayasa meclisi tarafından belirlenmeli, kendi kendini atayan Şara ile Suriye halkının farklı kesimlerinin temsilcileri arasındaki anlaşmalarla değil.

Trump ve Barrack, Şara rejiminin doğası konusunda naif davrandılar

-Şara’ya karşı epey mesafelisiniz… Donald Trump yönetimi hiç de öyle durmuyor oysaki. Şara, Beyaz Saray’da kabul edildi. Son olarak Sezar Yaptırımları da kaldırıldı. Size göre hata mı bu adımlar?

Şırnak’ta ev baskınları: 3 genç darp edilerek gözaltında
Şırnak’ta ev baskınları: 3 genç darp edilerek gözaltında
İçeriği Görüntüle

Hem Donald Trump hem de Özel Temsilcisi Tom Barrack, Şara rejiminin doğası konusunda inanılmaz derecede naif davrandılar. El-Şara’nın kendisinin artık terörist olmadığını kabul etsem de HTŞ rejimi hala El-Kaide ve IŞİD ideolojisine bağlı kalan birçok savaşçıyı içeriyor. ABD güçleri, Suriye’de on yıldan fazla bir süredir SDG ile yakın iş birliği içinde çalışıyor. Bu süre zarfında, on gün önceye kadar Suriye’deki herhangi bir düşmanca eylemde Amerikan kayıpları yaşanmadı. O gün HTŞ kontrolündeki Suriye ordusunun bir parçası olarak görev yapan bir IŞİD üyesi, iki Amerikan askerini ve bir Amerikan sivili öldürdü.

Bu açıkça içeriden bir işti. Yani IŞİD, Amerikalıların Palmira'ya ne zaman gideceklerini biliyordu. Amerikalılar için ders açıktı; IŞİD, Suriye'de ciddi bir tehlike olmaya devam ediyor ve SDG hala ABD ordusunun güvenebileceği tek ortak. Buna karşılık, Suriye ordusu IŞİD veya El Kaide üyesi olan insanlarla dolu ve güvenilemez. Bence Trump yönetiminin geç de olsa bunu anlaması Şam’ın nihayet Mazlum’la anlaşarak ilerlemeyi seçmesinin açıklamasıdır.

Öcalan, kuzeydoğu Suriye’de neler olacağına karar vermiyor; hapiste, sahada değil ve yaşlı

-Biraz önce konuşurken PKK’nın hayatına Marksist-Leninist bir örgüt olarak başladığını hatırlattınız. On seneyi aşkın bir süredir ise YPG fiili olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’deki ‘vekil ordusu’ olarak işlev görüyor. Bu da herhâlde başka bir tarihi dönüşüm ya da bazılarına göre çelişki.

Hayır, SDG Amerika Birleşik Devletleri’nin vekil ordusu değil. Bunu söylemek, Amerika Birleşik Devletleri’ne çok fazla güç atfetmektir. Biliyorsunuz, Suriyeli Kürtlerin IŞİD’e karşı direnişi önce başladı, Amerika Birleşik Devletleri onların sonradan müttefiki oldu. Ama ‘vekalet savaşı’ demek, bu savaşın bir şekilde Amerika Birleşik Devletleri tarafından yaratıldığı anlamına gelir ki bu doğru değil. O savaş zaten çıkmıştı. Suriyeli Kürtler, bu korkunç teröristlere etkili bir şekilde direnen tek güçtü ve Amerika Birleşik Devletleri onlara yardım etti. Yani Suriyeli Kürtleri de onların direnişini de ABD yaratmadı. PKK, Marksist-Leninist bir örgüt olmaktan çıkıp Murray Bookchin’ın takipçileri haline geldiyse bu da kendi tercihleriyle olan bir şey. Bu arada bir şey daha söyleyeyim; Öcalan kuzeydoğu Suriye’de neler olacağına karar vermiyor.

Bu yaşlı adamların etkisi zamanla azalır, bunda olağanüstü bir şey yok; Çin de bugün Mao Zedung’un Çin’i değil

-Neden böyle düşünüyorsunuz? Öcalan’ın YPG üzerinde sanıldığı kadar büyük etkisi yok mu, yoksa neden?

Çünkü Türkiye’de hapiste, sahada değil ve yaşlı. Dolayısıyla da etkisi azalıyor. Bunda olağanüstü bir şey yok. Bu yaşlı adamların etkisi zamanla azalır. Çin de bugün Mao Zedong’un Çin’i değil. Yani bu doğal bir süreç. Kuzeydoğu Suriye’de PKK üyesi olmayan ama etkili olan çok insan var. İnsanların “Hayır, ben o örgütten değilim” demesi, diyebilmesi önemli ve kesinlikle bir anlam ifade ediyor. Ve bu insanlar da o bölgede yönetici konumunda. Suriye’nin dinamikleri Türkiye’deki dağlarda veya Kandil Dağı’nda dolaşmakla çok farklı.

Şara’nın atadığı parlamento da yaptığı seçimler de şaka

-Öcalan’ın sahada olmadığı için sanıldığı kadar etkisi olmadığını düşünüyorsunuz ama eldeki verileri yan yana koyunca Öcalan’ın Suriye’deki gelişmeleri çok yakından ve incelikle takip ettiğini görüyoruz. Geçen ay kendisiyle görüşmeye giden heyetten DEM Partili Gülistan Kılıç Koçyiğit bana Öcalan’ın Suriye’de Şara’nın Esad gibi bir diktatöre dönüşebileceğine yönelik bir tespiti olduğunu söylemişti.

Öcalan’ın bu yorumlarından haberim yoktu. Şara’nın diktatör zihniyetinde olduğunu düşünen sadece Öcalan değil. Esad’ın sistemini devam ettiriyor. Bakanlıklarda Esad için çalışan bürokratlar hala aktif, komünist dönemden kalma bir siyasi komiser gibi olayları izleyen birileri var. Ayrıca Şara’nın atadığı parlamento bir şaka. Seçimler de bir şakaydı, Şara tarafından seçilen seçmenlerin katıldığı seçimlerdi. Böyle bir parlamento, sadece Kürtleri değil, Alevileri de Dürzileri de temsil etmiyor. Şu anda gidilen bu yol, Suriye için ileriye dönük kapsayıcı bir yol değil. Sadece pratik sorunları çözmeye çalışıyorlar. Suriye’nin gelecekteki yapısı, seçilmiş bir anayasa meclisi tarafından belirlenmeli. Bırakın onlar halletsinler, bu bir müzakere süreci olacaktır.

-Irak anayasası tamamen iç müzakereyle mi belirlendi, sizin bir dahliniz yok muydu ki?

Tüm anayasalar bir müzakere sürecinin ürünüdür. Irak anayasası bir müzakere sürecinin ürünüydü. Amerikan anayasası bir müzakere sürecinin ürünüydü. Bu yüzden her eyalet için iki senatörün bulunduğu bir senato ve nüfusa dayalı bir meclis var.

Kuzeydoğu Suriye için bir Türkiye- İsrail çatışması riski görmüyorum

-Ankara’dan gelen son açıklamalarda Suriye’deki İsrail etkisine dair vurgular var. Yani Türkiye, SDG’nin İsrail’den güç alarak Şam’a kafa tutabildiğini düşünüyor. Bu gerilimler sürerse, Suriye önümüzdeki dönemde Türkiye ve İsrail arasında bir savaş sahnesine dönüşebilir mi? Bunu ciddi bir risk olarak görür müsünüz?

Kuzeydoğu Suriye’de böyle bir risk görmüyorum. Çünkü İsrail orada yok. İsrail açısından Dürziler daha önemli bir konu çünkü bu aynı zamanda Likud’un siyasi tabanını korumasıyla ilgili de bir konu. Ayrıca coğrafi olarak uygun olduğu için İsrail, Dürzi bölgelerinde etkili, Şam’a da oldukça yakınlar. Yani risk orada. Bu arada bence İsrail’in Gazze'de Türk güçlerinin bulunmasını reddetmesi çok talihsiz bir durum. Türkiye'nin büyük ve çok disiplinli bir ordusu var. Türk ordusu, profesyonelce davranacak ve yerel halkın güvenini kazanma şansı daha yüksek olan ve gitmeye istekli bir ordudur. Biliyorsunuz, Gazze’ye asker göndermeye gerçekten istekli çok fazla ülke yok, başta ABD! Fransızların, İrlandalıların veya Kanadalıların da oraya gitmek için sıraya girdiğini görmüyorum. Türkiye gibi iyi bir orduya sahip bir ülkenin gitmek istemesi çok olumlu bir şey.

Kaynak: Haber Merkezi