32 yıl önce bugün, 22 Ekim 1993 Cuma günü, Diyarbakır’ın Lice ilçesi sıradan bir sabaha uyandı. Çocuklar okula gitti, esnaf dükkânını açtı, köylüler Cuma namazı için hazırlık yapıyordu. Saatler sonra, o sessiz kasaba yerle bir olacaktı. Sabah saatlerinde Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, ilçe merkezinde vurularak hayatını kaybetti. Olayın hemen ardından Lice’de büyük bir askerî operasyon başlatıldı. Helikopterler ilçenin üzerinde dolaşmaya başladı, top sesleri yükseldi.

İlk top atışları dağa doğru değil, doğrudan ilçe merkezine yöneldi. Okullar, evler, dükkânlar hedef alındı. İlçe halkı, bombardımandan kaçıp evlerine, bodrumlara, ahırlara sığındı. Lice, birkaç saat içinde duman ve ateşle kaplandı.

Tanıkların ifadesine göre askerler mahalleleri kuşattı, ardından “Lice’yi yakıyoruz” diyerek sokak sokak ilerledi. Panzerler caddelerde gezerken, helikopterler havadan ateş açtı. İlçenin dört bir yanında patlamalar ve silah sesleri duyuldu.

O gün orada bulunan öğretmen Mahmut Cantekin, sabah dersindeydi:
“Okulun bahçesindeydik, askerler gülüp şakalaşıyordu. Birden top atışları başladı. Dağa değil şehre atıyorlardı. Öğrenciler ağlıyordu, duvarlara sığındık. Pencereden baktım, bir asker bana da ateş etti. Sırtımdan vuruldum. Saat 09.00’da başlayan ateş akşam 16.00’ya kadar sürdü.”

Lice’nin üstüne çöken bu bombardıman sadece birkaç saat sürdü, ama bıraktığı yıkım on yıllar boyunca silinmedi. 15 sivil, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın ve Jandarma Uzman Çavuş Yüksel Bayar öldü. 242 işyeri ve 401 konut zarar gördü, ilçenin nüfusu birkaç yıl içinde 13 binden 2.500’e düştü.

Üç gün boyunca ilçe dış dünyayla tamamen bağlantısız kaldı. Ne gazeteciler, ne siyasetçiler, ne insan hakları savunucuları Lice’ye girebildi. 72 saat sonra yasak kalktığında ortaya çıkan manzara tarifsizdi: yakılmış evler, yıkılmış dükkanlar, boş sokaklar ve sessiz bir şehir.

“Babamı kefensiz gömdük”

Bombardımanda ölenlerin çoğu sivil, sıradan vatandaşlardı. Lice’nin çevre köylerinden gelenler, Cuma namazı için şehirdeydiler. Aralarında öğretmenler, öğrenciler, çobanlar, çocuklar, yaşlılar vardı.

Katliamda babasını kaybeden Güldar Gülen şöyle anlatıyor:
“O gün sakindi. Babam köyden dönüyordu, Lice’ye 3 kilometre kala vurulmuş. Üç gün haber alamadık. Sonra yolda cesedini bulduk. Askerler yardım etti diyorlar ama yalan. Babama kefen bulamadık, mezarlıkta defin bile yapamadık. Kovuldular. Üç gün boyunca ahırdan çıkamadım, bebeğim vardı. Her yerde panzerler, helikopterler uçuyordu.”

Bir diğer tanık, Azize Dolan, dedesinin ölümünü şöyle anlatıyor:
“Dedem cuma için ilçeye gitti, dönmedi. Silah sesleri duyduk ama köyde olduğumuz için anlamadık. Ertesi sabah köylümüz yolda dedemin cesedini bulmuş. On bir kurşun yemişti. Günlerce gömemedik, askerler köyleri de tarıyordu.”

Tanık Cemal Gözen, o günleri şöyle özetliyor:
“Generalin vurulması bahane oldu. Helikopterler generalin öldüğü yere indi, ardından Yeşilburç Mahallesi’ni yaktılar. Bizi sıraya dizip evlerimizi ateşe verdiler. Örgütten kimse yoktu. Karşılıklı ateş olmadı, her şey tek taraflıydı.”

Bombardıman sonrası Lice’den toplu göç başladı. Kimi Diyarbakır’a, kimi Mersin’e, kimi batı kentlerine sığındı. Ardında kül ve sessizlik kaldı. Bir tanığın cümlesiyle:
“Bir şehir gündüz vakti bombalandı. Kuş bile uçmadı o gün Lice’de.”

Lice, 1990’larda Kürt coğrafyasının birçok yerinde yaşanan köy boşaltmalarının simgelerinden biri oldu. Ama onun hikâyesi farklıydı; çünkü burada yanan yalnızca evler değil, devletin kendi eliyle kurduğu adalet ve yönetim mekanizmalarıydı.

Diyarbakır’da Koma Amed konserine 8 noktadan ücretsiz ulaşım
Diyarbakır’da Koma Amed konserine 8 noktadan ücretsiz ulaşım
İçeriği Görüntüle

Olaydan kısa süre sonra, dönemin 7. Kolordu Komutanı Orgeneral Hasan Kundakçı, televizyon ekranlarına çıkıp “Tüm kararlarım doğruydu” dedi. Bu cümle, hem bir itiraf hem de bir meydan okumaydı. Yayımlanan belgelerde, Kundakçı’nın 1993’te bölgede yürütülen operasyonun başında olduğu ve emir-komuta zincirinin tüm halkalarıyla devreye girdiği açıkça görülüyordu. Ancak buna rağmen hiçbir dönemde bu olay “devlet suçu” olarak tanımlanmadı.

20 yıl süren dava, bitmeyen cezasızlık

Lice davası, 30 yıla yayılan bir adalet arayışına dönüştü. İlk soruşturmalar 1994’te açıldı, ama kısa sürede kapatıldı. 2000’li yıllarda yeniden gündeme gelen dava, askeri personelin sivil mahkemelerde yargılanması sürecinde defalarca yer değiştirdi. Diyarbakır’dan Eskişehir’e, Eskişehir’den İzmir’e taşındı. Her taşınma, mağdurların adalete bir adım daha uzaklaşması demekti. Olaydan sonra açılan soruşturma yıllarca sonuçsuz kaldı. Dönemin Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı Eşref Hatipoğlu ve Üsteğmen Tünay Yanardağ, ancak 20 yıl sonra sanık olarak yargılandı.

Ama ne Hatipoğlu ne de Yanardağ hiçbir duruşmaya katıldı. Lice’de keşif yapılması talepleri reddedildi. Tanıkların, mermi izlerinin hâlâ evlerde durduğunu söylemesine rağmen mahkeme sessiz kaldı.

Bu süreçte başka bir yargılama daha yaşandı. General Aydın’ın ölümüyle ilgili olarak iki itirafçının beyanına dayanılarak Mehmet Emin Özkan adlı bir vatandaş ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Bugün hâlâ cezaevinde.

2015’te Üsteğmen Yanardağ’ın Singapur’da öldüğü açıklanınca hakkındaki suçlamalar düştü. 2022’de Eşref Hatipoğlu da yaşamını yitirdi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi dosyayı geri gönderdi, ama yerel mahkeme taraflara haber vermeden davayı düşürdü.

Bugün hâlâ sonuç yok. 32 yıl geçti ama Lice davası resmen kapanmadı. Lice Adalet Arıyor Platformu her yıl aynı soruyu yineliyor:
“6 aylık bebekten 80 yaşındaki dedeye kadar öldürülenlerin hesabını kim verecek?”

Dava sürecinde mağdurların avukatları arasında, 2015’te Sur’da öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi de vardı. Lice’nin hafızasında onun adı da ayrı bir yerde duruyor.

“Kuşlar hâlâ o dallara konmuyor”

Yıllar sonra, yakılmış sokaklara yeniden evler yapıldı, ama hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Şehirdeki taş duvarların arasında hâlâ yanık izleri var. Liceliler, kaybettikleri yakınlarının isimlerini taş duvarlara yazıyor. Her 22 Ekim’de, insanlar ellerinde fotoğraflarla eski hükümet konağının önüne gidip sessizce bekliyor. Bu sessiz anmalardan biri şöyle anlatılıyordu: “Yıllar geçmiş ama duman kokusu hâlâ sokaklarda. Bir kadın, o gün ölen oğlunun adını mırıldanıyor. Kimse konuşmuyor. Sadece rüzgâr duvarların arasından geçiyor.”

Lice, sadece bir şehir değil, Türkiye’de cezasızlığın ve suskunluğun simgesi. 22 Ekim 1993’te bir gün içinde yeryüzünden silinen bir kasaba, bugün hâlâ adalet bekliyor.

Bugün Lice, sadece bir tarih değil, bir hafıza alanı. Unutturulmak istenen, ama unutturulmayan bir hikâye. Bir tanığın ifadesindeki gibi: “Biz unutturmadık. Kuşlar hâlâ o dallara konmuyor.”

Kaynakça

  • Faili Belli, “Lice Katliamı Sanığı: Tüm Kararlarım Doğruydu” (failibelli.org)
  • MLSA Turkey, “Lice katliamı mağdurları 27 yıldır adalet bekliyor” (mlsaturkey.com)
  • Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, “27 yıldır kuş konacak dal yok Lice’de” (hakikatadalethafiza.org)
  • Agos, “Lice 22 yıldır yanıyor” (agos.com.tr)