19 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta başlayan ve 26 Aralık’a kadar süren saldırılar, Türkiye tarihinin en ağır toplumsal travmalarından birine dönüştü. Günler boyunca süren organize şiddet dalgasında resmi rakamlara göre 100’ün üzerinde insan hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı, Alevilere ait yüzlerce ev ve isyeri yakıldı. Resmi olmayan verilere göre ise can kaybı çok daha yüksekti. Aradan geçen 47 yıla rağmen Maraş Katliamı tam anlamıyla aydınlatılmadı; failler, sorumlular ve bu süreci mümkün kılan mekanizmalarla gerçek bir yüzleşme yaşanmadı.
Katliam, yalnızca bir kentte yaşanan kontrolsüz bir öfke patlaması değildi. O dönem Türkiye’nin içine sürüklendiği siyasal kutuplaşma, sokak şiddeti, paramiliter yapılanmalar ve devlet içindeki güç mücadeleleriyle doğrudan bağlantılıydı. Maraş, 1970’lerin sonuna doğru derinleşen siyasi kriz ortamında, yaklaşan askeri darbenin toplumsal zeminini hazırlayan en kanlı eşiklerden biri olarak tarihe geçti.
Fitilin ateşlendiği günler
Olayların görünen başlangıcı 19 Aralık akşamı kent merkezindeki Cicek Sinemasi’nda bir filmin gösterimi sırasında patlayan bombaydı. Saldırının hemen ardından, bombalamanın sol gruplar tarafından yapıldığına dair hızla yayılan söylentiler kenti gerilim hattına sürükledi. Ertesi gün, iki sol görüşlü ogretmenin öldürülmesi ve cenazeleri etrafında dolaşıma sokulan kışkırtıcı haberler, toplumsal tansiyonu daha da artırdı.
Cuma günü cenaze törenlerinin engellenmesi, camilerde verilen vaazlar ve sokakta yayılan söylentilerle birlikte hedef açık hale geldi. Alevi mahalleleri, evler ve isyerleri işaretlendi. Saldırılar, belirli bölgelerde yoğunlaşmakla kalmadı; günler boyunca sistematik biçimde genişledi. Kadınlar, cocuklar ve yaslılar da siddetin dogrudan hedefi oldu. Evler ateşe verildi, insanlar saklandıkları yerlerden çıkarıldı, bir kentin komsuluk ilişkileri birkaç gün içinde yerle bir edildi.
Bu süreçte güvenlik güçlerinin etkili bir müdahale göstermemesi, hatta bazı anlarda tamamen devre dışı bırakılması dikkat çekti. Kent yöneticilerinin askeri destek taleplerinin gecikmesi, sıkıyönetimin ancak katliamın büyük ölçüde tamamlanmasından sonra ilan edilmesi, yaşananların rastlantısal olmadığını düşündüren en önemli unsurlardan biri olarak hafızalara kazındı.
Devlet, siyaset ve cezasızlık duvarı
Maraş Katliamı’nın ardından açılan davalar, Türkiye’de cezasızlık politikasının en çarpıcı örneklerinden biri haline geldi. Toplam 804 kişi hakkında dava açıldı. Yıllar süren yargılamalar sonunda bazı sanıklara idam ve müebbet hapis cezaları verildi; ancak bu kararların önemli bir bölümü bozuldu ya da uygulanmadı. 1991 yılında çıkarılan yasal düzenlemelerle mahkumiyetlerin büyük kısmı ertelendi ve hükümlüler serbest bırakıldı.
Daha da çarpıcı olan, katliam davasına müdahil olan avukatlardan üçünün kısa süre içinde öldürülmesiydi. Bu cinayetler de etkin biçimde soruşturulmadı. Katliamla ilgili kamu arşivleri açılmadı, kayıpların ve toplu mezarların akıbeti açıklığa kavuşturulmadı. Resmi anlatı, yaşananları uzun süre “kontrolden çıkan olaylar” olarak tanımlamakla yetindi.
Bu cezasızlık hali, yalnızca geçmişte işlenmiş bir suçun üzerinin örtülmesi anlamına gelmedi. Maraş’tan sonra Corum, Sivas, Gazi ve benzeri pek çok olayda benzer mekanizmaların yeniden devreye girmesi, adaletin sağlanmamasının nasıl bir tekrar döngüsü yarattığını açık biçimde gösterdi. Maraş, bu yönüyle yalnızca bir katliam değil, devletin kriz anlarında hangi reflekslerle hareket ettiğini gösteren karanlık bir laboratuvar oldu.
Göç, hafıza ve bugüne kalanlar
Katliamın hemen ardından Maraş’ın demografik yapısı köklü biçimde değişti. Hayatta kalan binlerce Alevi aile, güvenlik kaygısıyla kenti terk etmek zorunda kaldı. Evler, isyerleri ve topraklar el değiştirdi. Birçok aile için Maraş, bir daha geri dönülmeyen bir yer haline geldi. Bugün bile katliamda yaşamını yitiren bazı insanların mezar yerleri bilinmiyor.
Aradan geçen on yıllara rağmen Maraş Katliamı’nın kamusal hafızadaki yeri hâlâ sorunlu. Kentte yapılmak istenen anmalar çoğu zaman yasaklandı, yüzleşme talepleri güvenlik gerekçeleriyle bastırıldı. Oysa bu suskunluk, acının azalmasına değil, daha da derinleşmesine yol açtı. Maraş, adalet sağlanmadığı için geçmişte kalmayan, bugünü ve geleceği tehdit eden bir yara olarak varlığını sürdürdü.
Bugün, katliamın 47. yılında yapılan anmalarda dile getirilen talepler büyük ölçüde aynı: arşivlerin açılması, bağımsız bir soruşturma yürütülmesi, kayıpların akıbetinin açıklanması ve gerçek bir yüzleşme sürecinin başlatılması. Bu talepler, yalnızca Alevi toplumunun değil, birlikte yaşama iddiasını ciddiye alan herkesin sorumluluğu olarak görülüyor.
47 yıl sonra bile yanıt bekleyen soru basit ve yakıcı: Bu ülkede toplumsal barış, hakikatle yüzleşilmeden ve adalet tesis edilmeden mümkün mü? Maraş, bu sorunun cevabının hala verilmediğini hatırlatmaya devam ediyor.