Mardin’de bir sokağa sapıp başınızın üstünde taş bir oda, ayaklarınızın altında serin bir geçit belirdiğinde onun adı abbaradır. Üstte hayat sürer, altta kamusal akış devam eder. Arapça “bir yerden bir yere geçmek” anlamındaki ʿabara kökünden türeyen abbara, Urfa’da “kabaltı” diye anılır ve Güneydoğu’nun eski şehirlerinde yüzyıllardır iklimle uyumlu bir yaşamın anahtarlarından biridir.
Mardin’in taşına güneş dik vururken bir kemerin altına girersiniz ve hava bir anda değişir. Işık yumuşar, adımlar kendi kendine yavaşlar, sokak sesi kemerli boşlukta ince bir yankıya dönüşür. Bu eşikte karşılaştığınız şey yalnız mimari bir form değil, kentin hafızasının gündelik hayata sızmış hâlidir. Abbara, iki yapıyı ya da iki sokağı birbirine bağlayan, üstte bir oda veya mekân taşıyan, altta ise herkese açık küçük bir tünel bırakan taş bir geçittir. Böylece bir yandan ev içi mahremiyet korunurken, diğer yandan sokak ritmi hiç kesilmeden yoluna devam eder.
Sözcüğün kökeni bu anlamı güçlendirir. Arapça ʿabara “geçmek, aşmak, karşıya varmak” demektir. Aynı kökten gelen pek çok kelime “köprü, geçiş, ibret” gibi çağrışımlar taşır. Mardinlilerin günlük dilinde abbaranın bir geçidi değil, iki hayat arasında kurulmuş somut bir köprüyü işaret etmesi boşuna değildir. Urfa’da aynı fikri karşılayan “kabaltı” ifadesi, üstten bir mekânın sokak üzerine kaba gibi kapandığı bu yerel çözümü başka bir adla yaşatır. Kilis, Şanlıurfa, Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Mardin, Siirt ve Şırnak gibi illerin eski dokularında benzer örneklerle karşılaşmak mümkündür. Yine de Mardin, çeşitliliği, yoğunluğu ve kentsel siluetle kurduğu ilişki sayesinde abbaranın en güçlü sembollerinden biri olarak öne çıkar.
Abbaranın mimarisi kadar “çalışma prensibi” de önemlidir. Dar sokak kesiti rüzgârın hızını artırır, taş kütle güneşin ısısını gündüz depolar ve akşama doğru serbest bırakır. Üst mekân güneşi kırar, alt koridorda kalıcı bir gölge şeridi oluşur. Bu gölge, yazın nefes aldıran serinliği, kışın ise rüzgârı perdeleyen korunaklı bir geçişi mümkün kılar. Mardin’deki abbaralar sivri, basık ya da yuvarlak kemerli biçimlerde karşımıza çıkar. Örgü sistemi çoğu kez beşik tonoz veya çapraz tonozdur. Kemer yükü yan duvarlara aktarır, gereksiz taşıyıcıya ihtiyaç duyulmadan şaşırtıcı genişlikte açıklık elde edilir. Üstteki odalar kimi zaman aynı haneye ait iki kanadı birbirine bağlar, kimi zaman komşu evler arasında kapalı bir geçiş görevi görür. Böylece üstte “özel”, altta “kamusal” aynı noktada buluşur ve birbirini rahatsız etmeden sürer.
Mardin’de bir dönem abbaraların sayısının yüzün üzerinde olduğu aktarılır. 2021 yılında yapılan yerel açıklamalarda sayı 57 olarak verilmişti. Aradan geçen yıllar içinde bazı örnekler onarıldı, bazıları çeşitli nedenlerle yıprandı. Savurkapı, Şehidiye ve Birinci Cadde çevresi, ayakta kalan örneklerin yoğun görüldüğü alanlar arasında sayılır. Boyutlar ve oranlar her abbarada değişir. Kimi iki adımda geçilecek kadar kısa kalır, kimi yirmi metreyi aşan bir gölge koridoru gibi uzar. Yükseklikler 1,5 metreden 5 metreye kadar çeşitlenir. Bu zenginlik, parsel düzeni, ailelerin mekânsal ihtiyaçları ve yüzyıllar içinde farklı dönemlerin inşa alışkanlıklarıyla açıklanabilir. Kısacası her abbara, tip kataloglarına sığmayacak kadar kendine özgü bir hikâye taşır.
Abbaraların anlamı yalnız taş ve gölgeyle sınırlı değildir. Mardinlinin gündelik hayatı bu eşiklerden süzülür. Sabah erken saatlerde okul yoluna düşen bir çocuk, ikindi vakti komşusuna uğrayan bir kadın, akşamüstü rüzgârla serinleyen bir usta bu koridorlardan geçer. Bazı anlatılar abbarayı dünya ile âhiret arasında sembolik bir köprüye benzetir. Bu inanç düzleminin gerçekliği tartışmaya açıktır ama abbaranın insana eşik duygusu yaşattığı açıktır. Tam içeride de değilsiniz, tamamen dışarıda da değilsiniz. Taşın altından geçip yeni bir sokağa, yeni bir ışığa, yeni bir rüzgâra kavuşursunuz. Mardin’in “yaşanarak anlaşılır” oluşu biraz da bu anların toplamıdır.
Ziyaretçiler için bu yapılar kendi kendini anlatır. Bir rehbere ihtiyaç duymadan, yalnızca yürüyerek abbaraların dilini çözebilirsiniz. Birinci Cadde’nin kalabalığından ayrılıp Şehidiye yönüne uzanın. Gölge şeritleri nerede başlar, rüzgâr hangi köşede hızlanır, hangi kemer altında sesiniz değişir, hepsini kısa bir yürüyüşte duyarsınız. Fotoğraf ya da video çekerken üst mekânların ev yaşamıyla temas ettiğini akılda tutmak, kadraja giren mahremiyete saygı göstermek Mardin’in misafirine yakışır. Ses kaydında hafif bir rüzgâr uğultusu ve adımların taşta bıraktığı ritim, bunca sözü gereksiz kılacak kadar güçlü bir anlatı kurar.
Bugün abbaralar turizmin lokomotiflerinden biri sayılıyor. Bu ilgi, doğru yönetildiğinde korumayı kolaylaştırır. Abbarayı “güzel bir kadraj” olarak görmenin ötesine geçmek gerekir. O, enerji harcamadan serinlik sağlayan, yaya hareketini teşvik eden, üstte mahremiyeti, altta kamusallığı aynı anda koruyan bir yerel iklim çözümüdür. Sağlamlaştırma, derz onarımı, su ve nemle mücadele gibi teknik bakımlar kadar, geçidin altını kapatan uygunsuz eklentileri engellemek de esastır. Basit yönlendirme tabelaları, dijital yürüyüş rotaları ve okul gezilerinde yapılacak kısa anlatımlar bu mirasın sahiplenilmesini hızlandırır. Mardin’in kadim taş dili, ancak bugünle kurduğu canlı ilişki sürdürülebilirse geleceğe taşınır.
Bir gün yolunuz Mardin’e düşerse, “mutlaka abbaraları görün” demeye gerek kalmayacaktır. Çünkü siz istemeseniz de yollarınız bir yerde onlara çıkacaktır.