16 Eylül, Türkiye’nin erken sanayileşmesinin sembol kurumu Sümerbank’ın hafızadaki yerini yeniden hatırlatıyor. 1933’te kurulan kurum, 16 Eylül 1935’te Kayseri Bez Fabrikasını açarak yerli pamuklu dokuma üretimini hızlandırmış, uygun fiyatlı ve dayanıklı ürünleriyle geniş kitleleri modern tüketimle buluşturmuştu. Ülkenin dört bir yanına yayılan mağazalar ve desen-kalite standartları, Sümerbank’ı bir “toplumsal eşitleyici” projeye dönüştürmüştü.

Ne var ki bu hikâye, Cumhuriyet’in çelişkilerini de içinde taşıyordu. 1962’de Cumhuriyet Gazetesi'de yer alan bir habere göre Diyarbakır’daki Sümerbank mağazalarında Kürtçe konuşmak yasaklanmış, yalnızca Kürtçe bilen yurttaşlar alışverişte güçlüklerle karşılaşmıştı. Karara aykırı davranan personelin cezalandırılacağı belirtilmişti. Bu örnek, kamucu ve erişilebilir bir ekonomi vizyonunun, dönemin tek-dilci ve tepeden inmeci uygulamalarıyla nasıl iç içe geçtiğini gösteriyordu.

Sümerbank’ın ‘sosyal fabrika’ modeli, üretimin yanı sıra konut, sosyal tesis, spor kulübü gibi halkaları da içeriyordu; böylece pek çok Anadolu kentinde iş ve şehirleşme ekosistemi oluşmuştu. Tasarım ve kalite yaklaşımı, kumaş desenlerinden vitrin düzenine kadar gündelik hayatın estetiğini dönüştürmüştü. Aynı zamanda Sovyet kredileri ve teknik işbirlikleriyle kurulan tesisler, o yılların dış ekonomik ilişkilerinin de somut bir göstergesiydi.

Bugünden bakıldığında Sümerbank, iki yönlü bir miras bırakmış oldu: Bir yanda yerli sanayinin lokomotifi, fiyat erişilebilirliğiyle eşitleyici pazar; diğer yanda, Diyarbakır örneğinde görüldüğü gibi dışlayıcı pratiklere eklemlenen bir kurum. 16 Eylül yıldönümü, bu çift yönlü mirası birlikte okumak için güçlü bir vesile: Sanayileşmenin toplumsal kazanımlarını görünür kılarken, hak ve dil politikalarındaki eksikleri de tarihin ışığında hatırlamak.




