Türkiye İşçi Partisi’nin kamuoyuyla paylaştığı “Komisyon Sonuç Raporu Önerisi”, Kürt sorununun yalnızca silahların susması ya da teknik güvenlik düzenlemeleriyle çözülemeyeceğini, sorunun tarihsel, siyasal, sınıfsal ve bölgesel boyutlarıyla ele alınması gerektiğini güçlü biçimde ortaya koyuyor. Yüz yılı aşkın bir geçmişe sahip olan Kürt sorununun, Türkiye’de siyasal rejimi ve devlet yapısını belirleyen temel meselelerden biri olmaya devam ettiği belirtilen raporda, inkâr politikalarından merkeziyetçi yönetime, ekonomik eşitsizliklerden silahlı çatışmaya ve bölgesel-jeopolitik boyutlara uzanan çok katmanlı bir tablo çiziliyor.
Rapora göre Kürt sorununun kökeninde, Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde inşa edilen etno-dinsel temelli ulus-devlet anlayışı bulunuyor. Kürt kimliğinin inkârı, anadilin kamusal alanda ve eğitimde yasaklanması, siyasal temsiliyetin engellenmesi ve bölgenin sistematik biçimde yoksulluk, güvencesizlik ve ucuz emek havzasına dönüştürülmesi, sorunun yapısal boyutlarını oluşturuyor. Bu politikaların askeri yöntemlerle sürdürülmesi ise özellikle 1980’lerden itibaren silahlı çatışmayı kalıcılaştıran bir güvenlik rejimini beraberinde getirdi.
TİP raporunda, 1990’lı yıllarda uygulanan olağanüstü hal politikaları, zorunlu göçler, köy boşaltmaları, JİTEM benzeri gayriresmî yapılar, ağır insan hakları ihlalleri ve siyasi partilerin kapatılması ayrıntılı biçimde hatırlatılıyor. 2000’li yıllarda Avrupa Birliği süreci ve çözüm girişimleriyle kısmi açılımlar yaşansa da bu adımların demokratikleşme ve eşit yurttaşlık temelinde kalıcı bir dönüşüme evrilmediği vurgulanıyor. 2015 sonrası dönemde ise çözüm sürecinin sona erdirilmesiyle birlikte Kürt sorununun yeniden sert biçimde askerîleştirildiği, güvenlikçi yaklaşımın tüm toplumsal muhalefeti bastırmanın ana aracına dönüştüğü ifade ediliyor.
"Barış" kavramı komisyonun adında da amacında da yok
Raporda özel bir bölüm, TBMM’de kurulan ve 2025 yazından itibaren çalışmalar yürüten komisyonun işleyişine ayrılıyor. TİP’e göre komisyon, barışın toplumsallaşmasını sağlayacak şeffaf ve katılımcı bir zemin yaratmakta başarısız oldu. Görüşmelerin dar bir siyasi çerçevede yürütüldüğü, kamuoyunun yeterince bilgilendirilmediği, “barış” kavramının dahi komisyonun adı ve amacı içinde yer almadığı eleştirileri raporda açıkça dile getiriliyor. Anadilin kullanımından yerel yönetimlerin güçlendirilmesine, hukuki reformlardan toplumsal uzlaşı mekanizmalarına kadar birçok başlıkta somut adım atılmadığı belirtiliyor.
Türkiye İşçi Partisi, barışın yalnızca silahların bırakılmasıyla sınırlı bir süreç olarak ele alınmasına karşı çıkıyor. Raporda, silahsızlanmanın önemli bir adım olduğu kabul edilirken, bunun demokrasi ve eşit yurttaşlıkla güvence altına alınmadığı sürece kalıcı ve adil bir barıştan söz edilemeyeceği vurgulanıyor. Bu çerçevede anayasal yurttaşlık anlayışının tesisi, siyasal katılımın önündeki engellerin kaldırılması, sosyo-ekonomik eşitsizliklerin giderilmesi ve yargının bağımsızlığının sağlanması temel koşullar olarak sıralanıyor.
Raporun dikkat çeken başlıklarından biri de hukuki düzenlemelere ilişkin değerlendirmeler. Terörle Mücadele Kanunu’nun ifade özgürlüğünü ortadan kaldıran yapısıyla tamamen kaldırılması gerektiği savunulurken, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının istisnasız uygulanmasının barış sürecinin asgari güvencesi olduğu ifade ediliyor. Kayyum uygulamalarının halk iradesini gasp eden bir siyasi müdahale aracı haline geldiği belirtilerek derhal sona erdirilmesi isteniyor. KHK’lerle ihraç edilen kamu emekçileri ve Barış Akademisyenleri’nin görevlerine iadesi, anadilinde eğitimin yasal güvence altına alınması ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi de raporun öne çıkan talepleri arasında yer alıyor.
TİP, geçici köy koruculuğu sisteminin lağvedilmesini, bölgedeki silahlı ve paramiliter yapıların toplumsal güveni zedelediğini ve kalıcı barışın önünde engel oluşturduğunu savunuyor. Ayrıca Kürt sorununun yalnızca Türkiye sınırları içinde değil, Irak, Suriye ve İran’daki Kürtleri de kapsayan bölgesel bir mesele olduğuna dikkat çekilerek, askeri yöntemler yerine barışçıl ve demokratik bir dış politika izlenmesi gerektiği vurgulanıyor.
Raporda, geçmişle yüzleşmenin ve adalet duygusunun tesisi için hakikat, adalet ve hafıza komisyonlarının kurulması gerektiği de özellikle belirtiliyor. Roboski’den Diyarbakır Cezaevi’ne, zorunlu göçlerden faili meçhul cinayetlere uzanan ağır insan hakları ihlalleriyle hesaplaşılmadan gerçek bir toplumsal barışın mümkün olmadığı ifade ediliyor.
Sonuç bölümünde Türkiye İşçi Partisi, Kürt sorununun çözümünün yalnızca Kürt halkının değil, Türkiye’deki tüm emekçilerin ortak çıkarı olduğunu vurguluyor. Türk ve Kürt emekçilerinin ayrıştırılmasının sermaye düzeninin en etkili araçlarından biri olduğu belirtilirken, gerçek barışın ancak demokrasi, eşit yurttaşlık ve ortak mücadele temelinde inşa edilebileceği ifade ediliyor. Rapor, TBMM’yi ve siyasi iktidarı, dar güvenlikçi hesaplar yerine kalıcı barışı hedefleyen demokratik adımları atmaya çağırarak son buluyor.
Raporun tamamına buradan ulaşabilirsiniz.