12 yaşında 13 kurşunla öldürülen Uğur Kaymaz’ın hikâyesi aradan geçen 21 yıla rağmen Türkiye’nin hafızasında kapanmayan bir yara olmaya devam ediyor. 21 Kasım 2004’te Mardin’in Kızıltepe ilçesinde, evlerinin hemen önünde babası Ahmet Kaymaz ile birlikte polis ateşiyle yaşamını yitiren Uğur Kaymaz için yapılan resmi açıklamada “iki teröristin etkisiz hale getirildiği” söylendi. Ancak TBMM İnsan Hakları Komisyonu raporları, Adli Tıp bulguları, mahkeme süreçleri ve daha sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği karar, olayın hiçbir zaman tam anlamıyla açığa kavuşturulmadığını gösterdi. Aile için ise hayat o günden sonra yalnızca ikiye bölündü: 21 Kasım’dan önce ve sonra.

O gün Kaymaz ailesi için sıradan bir akşamdı. Ahmet Kaymaz ertesi gün Irak’a çalışmaya gidecekti, hazırlık yapıyordu. Anne Makbule Kaymaz akşam yemeği için kuru fasulye, pilav ve salata hazırlamıştı. Uğur ise her zamanki gibi babasına yardım ediyor, evin önündeki kamyona eşya taşıyordu. Henüz birkaç dakika sonra duyulan silah sesleri, ailenin yaşamını derinden değiştiren sürecin başlangıcı olacaktı. Makbule Kaymaz o anı “Sesleri duyunca dışarı koştum. Ne olduğunu kimse söylemedi. Polisler eve girip eşyaları dağıttılar. Evdeki askerlik fotoğraflarını yere atıp ayaklarıyla ezdiler. Biz sadece ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk” sözleriyle anlatıyor.
Daha sonra gelen savcı, aileye cenazelerin kendilerine ait olduğunu söyleyerek “Başınız sağ olsun” dedi. Sabah namazından sonra camide cenazeyi gördüklerinde Uğur’un yüzü açıktı. Babasının göz ucunda tek bir yaş damlası vardı. Anne bu manzarayı hayatı boyunca unutamadığını söylüyor.

Uğur Kaymaz 12 yaşındaydı. İlkokul öğrencisiydi. Olay sırasında ayaklarında sadece terlik vardı. Resmi makamlar Uğur ile babasının “terörist olduklarını” açıkladı. Ancak TBMM’de yapılan incelemelerde olay yerinde çatışma izine rastlanmadığı kayda geçti. Uğur’un terlikli hâlinin bulunduğu fotoğraf uzun yıllar boyunca hafızalara kazındı. Annesi Uğur’u “Pazar arabasıyla çalışır, kendi parasını biriktirir, kardeşlerini gezdirirdi. Hayali avukat olmaktı. Daha 12 yaşındaydı ve 13 kurşunla öldürüldü. Terörist dediler. Terlikli bir çocuk nasıl terörist olabilir?” sözleriyle anlatıyor.
Olayın ardından dört polis hakkında “meşru müdafaa sınırını aşarak adam öldürmek” suçlamasıyla dava açıldı ancak güvenlik gerekçesiyle dosya Kızıltepe’den Eskişehir’e taşındı. Sanık polisler duruşmalara dahi katılmadı, bulundukları illerden ifade verdi. 2007’de hepsi beraat etti. 2009’da Yargıtay bu kararı oybirliğiyle onadı. Böylece iç hukuk yolları tamamen kapandı. Kaymaz ailesi, dosyayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdı. AİHM 2014 yılında verdiği kararda Türkiye’nin yaşam hakkını ihlal ettiğine hükmetti. Operasyonun riskleri en aza indirecek şekilde planlanmadığı, öldürücü müdahalenin zorunlu olmadığı, olayda devletin etkin soruşturma yapmadığı tespit edildi. Türkiye aileye maddi ve manevi tazminat ödemeye mahkûm edildi. Aile yargılamanın yeniden yapılmasını talep etti ancak Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi bu talebi gerekçesiz şekilde reddetti.

TBMM İnsan Hakları Komisyonu da olay yerinde inceleme yaptı. CHP Mersin Milletvekili Hüseyin Güler ve AK Parti Batman Milletvekili Nezir Nasıroğlu’nun hazırladığı raporda evin çevresinde çatışma izinin olmadığı, duvarda kurşun izi bulunmadığı, kamyona da mermi isabet etmediği belirtildi. Raporda “Çatışma olduğuna dair hiç bir bulgu yoktur. Uğur sırtından vurulmuştur.” ifadeleri yer aldı. Nasıroğlu ise “12 yaşındaki bir çocuk nasıl çatışma çıkarabilir?” sözleriyle resmi anlatının gerçeklerle örtüşmediğini vurgulamıştı.

Olaydan sonra dava sürecini takip eden avukatlara yönelik soruşturmalar açıldı. O dönem dosyanın savunucularından Tahir Elçi, yargılamadaki usulsüzlük ve cezasızlık eleştirileri nedeniyle sanık yapıldı. 2009 yılında Kızıltepe Belediyesinin diktiği Uğur Kaymaz heykeli 2017’de kayyum tarafından kaldırıldı. Anne Makbule Kaymaz ise 15 Temmuz sonrasında çıkarılan bir KHK ile işinden edildi. Uğur’un olay günü üzerinde olan kıyafetleri Ankara’da açılan 12 Eylül Utanç Müzesi’nde sergilendi. Olay sırasında görev yapan polislerden biri görevine devam etti, daha sonra 15 Temmuz sırasında öldü ve bir üstgeçide ismi verildi.
Bu cinayetin bir diğer ironik yönü ise olayın Dünya Çocuk Hakları Günü’nden yalnızca bir gün sonra meydana gelmiş olmasıdır. Bir ülkede çocuk haklarının ne kadar korunup korunmadığı, yalnızca mevzuatla değil hayatta kalanların hafızasıyla da ölçülür. Uğur Kaymaz’ın öldürülmesi, uzun yıllar boyunca hem ulusal hem uluslararası insan hakları çevrelerinde “orantısız güç kullanımı, devlet şiddeti, cezasızlık politikası, çocuk haklarının korunamaması ve yargının sorumluluğu” üzerinden tartışılmaya devam etti.

Makbule Kaymaz “Adalet varsa ikisini de tutuklarlardı. Kapının önünde öldürdüler. Ciğerim yandı ama yine de barış istiyorum” diyerek yalnızca kendi acısını değil, cezasızlık mekanizmasının toplumda yarattığı korkuyu da ifade ediyor. Ona göre sorun sadece kendi ailesinin yaşadıkları değil, devletin hukuk ve adalet sistemi içinde cezalandırılmayan şiddetin giderek toplumun gençlerini ve çocuklarını tehlikeye atmasıdır. Bu nedenle bugün hâlâ şu soruyu soruyor:
“12 yaşında terlikli bir çocuk nasıl terörist sayılabilir?”
Bu soru, yanıtı verilmemiş şekilde Türkiye’nin adalet hafızasında durmaya devam ediyor.




