3 Aralık 1994 gecesi, Türkiye basın tarihine ağır bir kırılma olarak geçen Özgür Ülke saldırısı gerçekleşti. İstanbul Kadırga’daki teknik bina, Cağaloğlu’ndaki merkez büro ve Ankara bürosu aynı anda bombalandı. Üç noktaya yönelik bu eş zamanlı saldırı, yalnızca bir medya kurumunun hedef alınması değil, 1990’ların siyasal atmosferinde basın özgürlüğünün nasıl şekillendiğinin en sert örneklerinden biri olarak kayda geçti. Patlamada ulaştırma görevlisi Ersin Yıldız hayatını kaybetti; 23 çalışan yaralandı. O gece yaşananlar, hem devletin güvenlik politikalarının hem de Kürt meselesi ekseninde yürütülen çatışmalı dönemin basın üzerindeki etkilerinin bir yansımasıydı.
Saldırının gecesi ve üç binaya aynı anda yapılan müdahale
Saldırı 2 Aralık’ı 3 Aralık’a bağlayan gece gerçekleşti. Kadırga’daki teknik bina en ağır hasarı aldı. Binanın iç duvarları çöktü, matbaa düzenekleri paramparça oldu, üçüncü katta çalışan gazeteciler enkaz altında kaldı. Cağaloğlu’ndaki merkez büroda patlama daha sınırlı olsa da tüm odaların camları kırıldı, iç bölmeler dağıldı. Ankara bürosunda da aynı anda patlama meydana geldi ve yapıda ciddi hasar oluştu. Bu üç saldırının saatler değil, dakikalar farkıyla gerçekleşmesi, olayın tesadüfi bir sabotaj değil, planlanmış bir operasyon olduğuna dair tartışmaları daha ilk andan itibaren gündeme taşıdı.
Sabaha karşı gazeteciler Kadırga binasına ulaştığında, enkazın içinden hâlâ duman yükseliyordu. O gece ağır yaralanan çalışanlardan bazıları hastaneye götürüldü, hafif yaralı olanlar ise polis tarafından gözaltına alındı. Bu durum, saldırının hem güvenlik güçlerinin takibi altında hem de olağanüstü hal koşullarında yapıldığı yönündeki kuşkuları daha da güçlendirdi.
Saldırının siyasal arka planı ve MGK’de alınan kararlar
1990’ların başından itibaren Özgür Basın geleneği, Kürt illerindeki çatışma ortamını, köy boşaltmalarını, faili meçhul cinayetleri ve insan hakları ihlallerini gündeme taşıyan birkaç yayından biriydi. Özgür Gündem’in defalarca kapatılması, matbaalarının basılması ve çalışanlarının gözaltına alınması bu baskı sürecinin bir parçasıydı. Bu ortam içinde 28 Nisan 1994’te kurulan Özgür Ülke, aynı yayın çizgisini sürdürdüğü için kısa sürede devletin “güvenlik” eksenli değerlendirmelerinde hedef haline geldi.
Saldırıdan yalnızca on beş gün sonra gazete, dönemin başbakanı Tansu Çiller imzalı gizli ibareli bir belge yayımladı. Belgede doğrudan Özgür Ülke’nin adı anılıyor ve gazetenin “devletin bekası ve manevi değerlerine saldırı” niteliği taşıdığı iddia ediliyordu. Ayrıca “önlemlerin alınması” yönünde MGK düzeyinde bir değerlendirme yapıldığı belirtiliyordu. Belgenin yayımlanması, 3 Aralık gecesindeki saldırının spontane değil, devlet mekanizması içinde tartışılmış bir kararın parçası olabileceği yönündeki iddiaları güçlendirdi. Buna karşın hükümet sözcüsü Yıldırım Aktuna, saldırının ardından yaptığı açıklamada, gazetenin “Türkiye’yi zor durumda bırakmak için kendi kendini bombalamış olabileceğini” öne sürdü. Bu açıklama, kamuoyunda tepkiyle karşılanırken, olayın resmî soruşturmasının açılmaması daha büyük tartışmalar yarattı.
Saldırı sonrası hiçbir kamu görevlisi veya fail hakkında işlem yapılmadı. Yıllar boyunca dosya ilerlemedi ve Türkiye’nin basın özgürlüğü tarihindeki en ciddi saldırılardan biri, karanlıkta bırakıldı. Soruşturmasızlık, 1990’ların devlet aklını ve güvenlik politikalarının tüm muhalif yapıları “tehdit” olarak kodlayan yaklaşımını yansıtan bir örnek olarak hafızada yer etti.
Saldırının ertesi günü ve dayanışmayla ayakta kalan bir gazete
3 Aralık sabahı Özgür Ülke’nin bombalanmış binasına gelen çalışanlar, binanın kullanılamaz hale geldiğini görünce yayını durdurmayı değil, devam etmeyi seçti. Aynı gün çeşitli gazeteler, dergiler ve bağımsız yayın organları kendi ofislerini Özgür Ülke çalışanlarına açtı. Bazı gazeteciler çalıştıkları kurumların teleks çıktıları ve bilgisayarlarını taşıdı, editörler haber desteği verdi, aydınlar dayanışma yazıları gönderdi. Bu geniş destek ağı, gazeteyi ertesi gün dört sayfalık bir sayı çıkaracak güce taşıdı. O sayının manşeti, saldırının Türkiye basın tarihinde sembol haline gelen cümlesiydi: “Bu ateş sizi de yakar.”
Bu dayanışma, saldırının yalnızca bir gazeteyi değil, bilgiye ulaşma hakkını hedef aldığının fark edildiği bir moment olarak kabul edilir. O dönemde yüzlerce dava açılan, kapatma cezalarıyla karşılaşan, dağıtımı engellenen gazete ve çalışanları, bu destekle yayın hayatını bir süre daha sürdürdü. Ancak 2 Şubat 1995’te Özgür Ülke, “yasaklı yayın organının devamı olduğu” iddiasıyla tamamen kapatıldı ve 247 sayısından 220’sine el konuldu.
3 Aralık saldırısı, basın özgürlüğü açısından 1990’lar Türkiye’sinin en sert ve sistematik baskı dalgalarından birinin simgesi haline geldi. Aynı yıllarda çok sayıda gazeteci ve gazete dağıtımcısı öldürüldü; Kürt illerinde çalışan muhabirler, faili meçhul cinayetlerin ve ağır baskıların hedefi oldu. Bu tablo, saldırının bir istisna değil, dönemin medya-politika dengelerinin ürünü olduğunu gösterdi.
Saldırının 31. yılında olay, hâlâ hem basın özgürlüğü hem de devlet arşivlerinin açıklığı açısından tartışılmaya devam ediyor. Fail bulunmaması, soruşturma yürütülmemesi ve devlet belgelerinin gizliliği koruması, olayın bütün yönleriyle aydınlatılmasını engelleyen unsurlar olarak varlığını sürdürüyor.