Demokratik Toplum Kongresi (DTK) eski Eş Başkanı ve mahpus Kürt siyasetçi Leyla Güven, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü yaklaşırken Sincan Cezaevi’nden soruları yanıtladı. Bianet’ten Evrim Kepenek’in röportajına göre Güven, 1990’lardan bugüne Kürt meselesinin seyrini, kadın hareketinin dönüştürücü gücünü, cezaevlerindeki kadın emeğini ve barış sürecine dair kritik değerlendirmelerini paylaştı.
“1990’lar karanlığı hâlâ sağaltılmayı bekliyor”
Güven, 1990’lı yılları “Kürt sorununun çözümsüzlüğünde ısrar eden kesimlerin devleti rutin dışına çıkardığı, hak ve hukukun askıya alındığı, baskının sistematikleştiği yıllar” olarak tanımladı.
“Bugün hangi eve gitseniz ak saçlı nene ve dedelerimiz o karanlık günleri bir bir anlatırlar” diyen Güven, halkın korkup geri çekilmediğini, aksine büyük serhildanlar yaşandığını vurguladı.
Zorla boşaltılan köylerden göç eden insanların metropollerde ilk sordukları adresin siyasi partiler olduğunu hatırlatan Güven, 1990’ların yarattığı travmaların hâlâ bütün canlılığıyla hissedildiğini söyledi.
“Annelerin adalet arayışı barışın en güçlü sesi”
Cumartesi Anneleri ve Barış Annelerinin bugün barış arayışının öncüsü olduğunu belirten Güven, “Anne yüreğinin acısını ölçmeye kimsenin gücü yetmez” dedi.
“Biz ölümü değil, yaşamı savunuyoruz” diyen annelerin sesinin dağlarda, cezaevlerinde ve sokaklarda en güçlü yankı olduğunu söyledi.
“Geçmişi unutmadan ileriye yürümek için yüzleşmek elzem. Anneler yarım kalan evlatlarının mücadelesini barışla taçlandırmak istiyor” diyerek barış süreci için cesur adımlar çağrısı yaptı.
“Cezaevlerindeki kadın emeği görünmeyen bir sömürü”
Sincan Cezaevi’ndeki koşulları anlatan Güven, adli kadın mahpusların neredeyse tüm cezaevlerinde “ucuz işçi” olarak çalıştırıldığını söyledi:
“Bu zindanlarda yüzlerce kadın çok düşük ücretlerle sabahtan akşama kadar durmadan çalıştırılıyor.”
İtiraz edenlerin şartlı tahliye haklarının engellendiğini, çoğunun avukatsız olduğunu, sosyal güvenceleri olmadığı için dışarıda hayata tutunamayıp tekrar cezaevine döndüklerini anlattı. “Bu bir sömürü düzenidir, kadın dayanışması hayati” dedi.
“Siyasetin kriminalize edilmesi çözümü daha da uzaklaştırıyor”
Siyasi faaliyetlerinin suçmuş gibi gösterilmesini eleştiren Güven, “Dilimiz, kültürümüz, kimliğimiz için siyaset yapıyoruz. Ancak tüm çalışmalarımız kriminalize ediliyor” dedi.
Devlet baskısı dönemlerinde siyaset ile direnişi birlikte yürüttüklerini belirterek, “Bir gün parlamentoda, bir gün sokakta, bir gün sınırda cenazesi başında bekleyen annenin yanındayız” ifadelerini kullandı.
Zindan-özgürlük ilişkisini değerlendirirken ise Öcalan’ın İmralı’da geliştirdiği yol haritalarının Ortadoğu’ya ışık tuttuğunu söyleyerek “Bizim gibi yüreği özgür atan insanlar için zindan duvarları hiçbir şey ifade etmez” diye konuştu.
“Çözüm için devletin dilinin değişmesi hayati”
Kürt sorununun kalıcı çözümünün devlet dilindeki dönüşüme bağlı olduğunu söyleyen Güven, “Devlet adına konuşanların özeleştirisel bir dil geliştirmesi son derece önemlidir” dedi.
“Halklar sorar: Dün söyledikleriniz mi doğruydu, bugün söyledikleriniz mi?” diyerek toplumsal rıza için onarıcı adaletin şart olduğunu vurguladı.
“Demokratik siyaset doğru temelde ele alınırsa barış hâkim olur. Demokrasi ile barış birbirini tamamlar. Kürt sorunu da ancak demokratik bir sistemle çözüme kavuşur” değerlendirmesinde bulundu.
Öcalan’ın “umut zaferden daha değerlidir” sözünü hatırlatan Güven, “Kürt–Türk tarihsel ittifakı doğrultusunda yol alınırsa herkes kazanır. Bir yüzyılı daha heba etmeyelim” dedi.




