77 yıl önce bugün, 26 Kasım 1948'de Moskova’da bir kararname imzalandı. Kararname, Kafkasya dağlarından Orta Asya bozkırlarına savrulan binlerce Kürt için hayatlarının geri kalanını belirledi. SSCB Yüksek Sovyeti’nin bu kararı, savaş yıllarında uzak bölgelere sürülen Çeçenler, İnguşlar, Balkarlar, Kırım Tatarları gibi halklarla beraber Kürtleri de “ebedi sürgün” statüsüne sokuyordu. Metinde “süre belirtilmeyen sürgün” ifadesi vardı, ama İçisleri Bakanlığı’nın daha sonra yayımladığı genelgelerde bu sürgünün pratikte “ömür boyu” olduğu açıkça vurgulandı.
Kaçmaya calışanlar için 20 yıl ağır hapis cezası öngörülüyor, sürgünlere yardım edenler de cezalandırılıyordu. Yani bu karar, sadece bir yasak değildi. Aynı zamanda kolektif bir tehdit metniydi. Bugün, 26 Kasım 1948’in yıl dönümünde, Sovyet Kürtlerinin “ebedi sürgün” hikayesini, abartısız ama saklanmadan anlatmak, haritalarda görünmeyen bir tarihle yüzleşmek anlamına geliyor.
“Geri dönmek yasaktı” denilen gün
Sovyet topraklarındaki Kürt varlığı bir günde ortaya çıkmadı. Rus Imparatorluğu’nun Kafkasya’ya dogru genişlediği 19. yüzyıl boyunca, hem savaşlar hem anlaşmalar hem de baskılardan kaçan göçler sonucu on binlerce Kürt, bugünkü Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan ve Kars bölgesine yerleşti.
1897 sayımında, ana dili Kürtçe olan yaklaşık 100 bin kişi kaydedilmişti. Kimisi Osmanlı ve Pers topraklarından gelen köylülerdi, kimisi de sınır boylarında yüzyıllardır yasayan yerleşik toplulukların devamıydı. Kısacası Sovyet Kürtleri, hem kadim bir yerel halka hem de göçmen dalgalarına dayanan karışık bir kökene sahipti.
1920’ler ve 1930’ların basında Sovyetlerin “korenizatsiya” yani yerlileştirme politikası, Kürtler için yeni bir kapı açtı. Kürtçe okullar, gazeteler, teknik okullar kuruldu, edebiyatçılar, öğretmenler, entelektüeller yetişti. Sovyet sistemi, en azından kağıt üzerinde, Kürtleri ulusal kimliği tanınan bir halk olarak kabul ediyordu.
Ancak bu dönem kısa sürdü. 1937-1938’in “Büyük Terör” yıllarında, “güvenilmez millet” kategorisine sokulan pek çok grup gibi Kürtler de şüphe altına girdi. Kafkasya’daki Kürt aydınlar tutuklandı, birçok Kürtçe kurum kapatıldı. Aynı dönemde Ermenistan ve Azerbaycan sınır bölgelerinden yüzlerce Kürt ailesi trenlere doldurulup Orta Asya’ya, özellikle Kazakistan ve Kırgızistan’a gönderildi.
Bir Sovyet Kürdü olan Necmettin Çatuyev, 1937’de Nahçıvan’daki köyünden Kazakistan’a sürülen 812 Kürt arasında çocukluğunu tren vagonunda geçirdi. Anılarında, soğuktan donan insanları, vagonların içindeki derme çatma tuvaletleri ve istasyonda cesetlerin ray kenarına bırakılmasını anlatıyor. 7 yaşındaki bir çocuğun hafızasında kalan bu görüntüler, sonraki kuşakların üzerinde de kalıcı izler bıraktı.
Nazi cephesinden sürgün vagonuna
II. Dünya Savaşı patladığında Sovyet Kürtleri de Kızıl Ordu saflarında yer aldı. Ukrayna’dan Stalingrad’a, Kafkasya’dan Mançurya’ya kadar pek çok cephede Kürt askerler savaştı; bazıları “Sovyetler Birliği Kahramanı” unvanı aldı, kimileri keskin nişancı olarak onlarca Nazi askerini öldürdü. Ama bu sadakat, Stalin yönetiminin gözünde yeterli olmadı. Savaşın sonuna doğru, 1944’te, Gürcistan’ın Türkiye sınırına yakın bölgelerinde yasayan Kürtler ikinci büyük sürgün dalgasına maruz kaldı.
Stalin ve İçisleri Halk Komiserliği, Ahıska Türkleri, Kürtler ve Hemşinlileri, Türkiye ile “şüpheli bağlantısı olan” tek bir Müslüman topluluk olarak tanımlıyordu. Sınır güvenliği gerekcesiyle, binlerce insan, bir gecede “potansiyel ajan” sayıldı.
Kasım 1944’te Gürcistan köylerinden apar topar toplanan 8 bin 694 Kürt, Ahıska Türkleri ve Hemşinlilerle birlikte Orta Asya’ya gönderildi. Yolculuk esnasında yeterli ısınma ve sağlık hizmeti olmadı; vagonlarda soğuktan ve tifüsten ölenlerin oranı resmi rakamlara göre bile yüzde 10’un üzerindeydi.
Varış noktasında da hayat kolay değildi. Sürgün edilenler, kolhoz ve sovhozlara, kauçuk fabrikalarına ve kırsal yerleşimlere dağıtıldılar. Kendilerine “özel yerleşimci” statüsü verildi. Bu statü, 8 Ocak 1945 tarihli kararnameyle hukuken tanımlandı:
- Çalışabilecek durumda olan herkes zorunlu olarak “toplumsal açıdan yararlı” işlerde calışacaktı.
- Yerel NKVD komutanlarının izni olmadan bulundukları bölgeyi terk etmeleri yasaktı.
- Adres değişiklikleri, doğum ve ölüm gibi her olay üç gün içinde polise bildirilmek zorundaydı.
- Yerleşim yerinden izinsiz ayrılmak “firar” sayılıyor, ceza yasalarına göre yargılanıyordu.
Bu sistem, de facto bir iç sürgün rejimiydi. Biçimsel anlamda Sovyet vatandaşı sayılan Kürtler, fiilen ikinci sınıf bir konuma itiliyordu.
“Ebedi sürgün” son değil, yeni bir başlangıçtı
26 Kasım 1948 tarihli kararname, bu rejimi daha da sertleştirdi. Savaş yıllarında sürülen Çeçenler, İnguşlar, Balkarlar, Kırım Tatarları ve diğer halklarla birlikte, 1944’te Gürcistan’dan Orta Asya’ya sürülen Kürtler de artık “ebedi sürgün” kategorisindeydi.
Karar, sürgün edilenlerin önceki yurtlarına “ebedi olarak dönemeyeceğini” ilan ediyor, sürgün yerinden kaçanlar için 20 yıl ağır hapis cezası koyuyordu. Daha sonra yayımlanan ic iceleri, Kürtleri bu karara tabi tutulan halklar arasında açıkça saydı.
1953’ün basında hazırlanan sayımlara göre, sadece Gürcistan’dan sürülen Kürt özel yerleşimcilerin ve çocuklarının sayısı 8 bin 843’tü. Bunların 5 bin 404’ü Kazakistan’da, 2 bin 591’i Kırgızistan’da, 686’sı Özbekistan’da yaşıyordu. Yarısından fazlası 16 yasın altındaki çocuklardı.
Stalin’in 1953’te ölümünden sonra, özel yerleşim rejimi kademeli olarak yumuşamaya başladı. 28 Nisan 1956’da çıkarılan bir kararname ile Kırım Tatarları, Balkarlar, Türkler, Kürtler ve Hemşinliler “özel yerleşimci” listesinden çıkarıldı. Resmi polis gözetimi sona erdi.
Ama bu karar, “ebedi sürgün”ün asıl anlamını değiştirmedi. Yeni düzenleme, sürgün edilenlerin:
- Zorla terk ettikleri topraklara dönmesini açıkça yasaklıyor,
- Kaybettikleri mülkler için herhangi bir tazminat öngörmüyordu.
Kısacası, özel komutanlık rejimi bitti ama sürgün, coğrafi olarak devam etti. Kürtler, eskiden yurt saydıkları Mesheti ve diğer Kafkasya bölgelerine dönemediler. Kazakistan ve Kırgızistan’da yeni köyler kurdular, yeni mezarlıklar açtılar ve yeni bir diasporaya dönüştüler.
Ebedi sürgünden Rusya diasporasına
Sovyet sistemi, 1920’lerde Kürtlere bir ölçüde eğitim, dil ve temsil imkanı vermişti ama hiçbir zaman diğer halklar gibi bir ulusal teritoryal oluşum tanımadı. Kızıl Kürdistan deneyimi kısa sürdü; 1930’lar ve 1940’lardaki baskılar ise bu sınırlı kazanımları da zayıflattı.
SSCB’nin 1991’de çöküşüyle birlikte, Sovyet Kürtleri ikinci bir kırılma yaşadı. Yeni cumhuriyetlerde yükselen milliyetçilik ve ağır ekonomik kriz, özellikle Karabag çevresindeki Kürtleri ve 1944 sürgününün torunlarını yeniden göçe zorladı.
1990’lar boyunca binlerce Kürt, Kazakistan, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’dan Rusya’ya geçti. Moskova, St. Petersburg, Krasnodar, Stavropol, Sibirya kentleri, yeni bir Kürt diasporasının adresleri oldu.
Bu kez tren vagonlarında sürüklenmiyor, kendi iradeleriyle göç ediyorlardı ama devlet politikaları karşısında yine kırılgan bir azınlıktılar. Propiska sistemi, vatandaşlık prosedürleri ve iş bulma zorlukları, birçok Kürdü resmi kimliksiz, sigortasız ve güvencesiz bir hayata mahkum etti.
Bugün Rusya’daki Kürt örgütlerinin tahminlerine göre ülkede en az 300 bin Kürt yaşıyor. Farklı dalgalar halinde gelen bu topluluk, Sovyet iç sürgünlerinin ve sonrasındaki siyasi kırılmaların mirasını taşımaya devam ediyor.
Kendi örgütlerinin öne çıkardığı temel talepler şöyle özetleniyor:
- Vatandaşlık ve ikamet haklarının güvenceye alınması
- Sivil hakların korunması ve ırkçılıkla mücadele
- Yerel koşullara uyum sürecinde kamusal destek
- Kürtçenin korunması ve kültürel faaliyetlere destek
- Diasporanın devlet kurumları nezdinde muhatap kabul edilmesi
Ebedi sürgün kararnamesinin üzerinden 77 yıl geçti. Ancak Kafkasya’nın Kürt köyleri ile Orta Asya’nın Kürt mahalleleri arasındaki kopukluk, bu kararın etkisinin kağıt üzerinde son bulmadığını gösteriyor.
26 Kasım 1948’i hatırlamak, sadece bir hukuki metni değil, haritası sessizce değiştirilen bir halkın yüzlerce kilometrelik zorunlu yürüyüşünü hatırlamak demek. “Ebedi sürgün”, bugün Rusya’da, Kazakistan’da, Kırgızistan’da ve dünyanın farklı şehirlerinde yaşayan Sovyet Kürtlerinin gündelik hayatında hala sessizce işleyen bir tarih olarak varlığını sürdürüyor.