Bianet yazarı Sinan Ok, “Şark Islahat’tan YouTube Çağına: Kürtçenin Direnci” başlıklı makalesinde, Kürtçenin bir asrı aşan yasaklarla çevrili tarihini ve bugüne uzanan direnişini aktarıyor. Milyonlarca kişinin konuştuğu, bin yıllara dayanan bir dilin sistematik biçimde yok sayıldığını vurgulayan Ok, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin aynı zamanda “Kürtçeyi yasaklama tarihi” olduğunu belirtiyor.

HDP'den AK Parti'ye: Şark Islahat Planı'nı kopya ettiniz

Yazar, Kürtçeye yönelik baskının 1925 tarihli Şark Islahat Planı ile sistematik hale geldiğini hatırlatıyor. Bu plan, Kürtçe konuşmayı yasakladı; eğitim ve memuriyet dilini Türkçeyle sınırladı; Kürtçe isimlerin kullanımını engelledi. 1934 İskân Kanunu, Kürt nüfusun batıya sürülmesini ve dil yasağının kurumsallaşmasını sağladı. 1936–38 Dersim Tertelesi ise, Zazaca ve Kurmancî’nin yasaklandığı, çocukların yatılı okullara gönderildiği kültürel bir yıkım dönemiydi.

“Türkçe’den başka dil kullanılamaz”

1960 darbesiyle birlikte “Türkçe’den başka dil kullanılamaz” genelgesi yürürlüğe girdi. Kamu kurumlarında ve toplumsal alanlarda Kürtçe konuşmak yasaklandı. 1970’lerde TRT ve basında Kürtçeye mutlak yasak getirildi. 1983 tarihli 2932 sayılı yasa, “Türk Devleti tarafından tanınan devletlerin birinci resmi dilleri dışındaki dillerde düşüncelerin açıklanması yasaktır” hükmüyle, Kürtçeyi doğrudan hedef aldı. Kürtçe konuşmak, yayın yapmak, müzik söylemek, düğünde halay çekmek dahi cezalandırılır hale geldi. 1990’lara kadar çocuklara Kürtçe isim verilmesine izin verilmedi; köy ve şehir isimleri Türkçeleştirildi, Kürtçe mezar taşları kaldırıldı.

Demirtaş'tan Yeni Başlayanlar için: Kürt Sorunu Nedir? - Hbr Çaldıran

Ok, 2000’li yıllarla birlikte internetin açtığı alan sayesinde Kürtçenin yeniden görünürlük kazandığını belirtiyor. Erivan Radyosu’nun tek sesli yayınlarından sosyal medya ve YouTube’un çok sesli dünyasına geçiş, yasağın duvarlarını aşmayı mümkün kıldı. Devletin sansür gücü, dijital çağda Kürtçeye yetişemez hale geldi. Buna karşın zihniyet dönüşümünün tamamlanmadığını, konser, tiyatro ve film yasaklarının hâlâ sürdüğünü vurguluyor.

11 Ekim 2025’te Van’da Kürtçenin korunması ve yaygınlaşması amacıyla Kurdigeh Derneği öncülüğünde yapılmak istenen yürüyüşün valilik kararıyla engellendiğini hatırlatan yazar, 50–60 kişilik katılımcıya karşı 500’e yakın kolluk gücüyle kurulan ablukayı “dilin kamusal varlığına yönelik baskının devamı” olarak yorumluyor. Açıklamanın Kürtçe okunması sırasında bir polis memurunun amiri için simultane çeviri yapmaya çalışması, devletin hâlâ dili bilmediğini ama öğrenmek zorunda kaldığını simgeliyor.

"Kürtçe hala yok sayılıyor"

Ok, bugünün Türkiye’sinde hâlâ birçok alanda Kürtçenin yok sayıldığını vurguluyor: Deprem bölgesinde arama-kurtarma ekiplerinin Kürtçe seslenemediğini, hastanelerde doktorların hastalarına Kürtçe hitap edemediğini, seçmeli Kürtçe derslerin ise öğretmen ve müfredat yetersizliğiyle neredeyse işlevsiz kaldığını belirtiyor. Üstelik dersleri seçen öğrencilerin fişlenme korkusuyla karşı karşıya kaldığına dikkat çekiyor.

Bununla birlikte Kürtçenin artık sadece sokakta değil, dijital dünyada da yaşadığına işaret ediyor. Twitter, Google, Facebook ve yapay zekâ sistemlerinin Kürtçeyi tanıdığını; müzikte Hunergeha Welat, Kamkars, Rojda ve Aynur Doğan gibi isimlerin milyonlara ulaştığını belirtiyor. Habercilikte Xwebûn, Ma Kurdî, Bianet Kurdî, Ajansa Welat gibi kanalların Kürtçe yayın yaptığını; TRT Kurdî TV, AA ve Rojava’daki eğitim kurumlarının Kürtçeyi resmî yayın ve eğitim dili haline getirdiğini aktarıyor.

Ancak Ok’a göre Türkiye’de zihniyet dönüşümü tamamlanmadı. Meclis kürsüsünde ya da mahkemede Kürtçe konuşmak hâlâ tartışma konusu. THY uçaklarında Kürtçe dışındaki dillerde anons yapılırken Kürtçe yok sayılıyor.
Yazar şu tespitle bitiriyor:

“Kürtçeyi kabul etmeyen, Kürdü de kabul etmemiş demektir.”

Yargıtay’dan emsal karar: Gizli çekime 12 yıl hapis
Yargıtay’dan emsal karar: Gizli çekime 12 yıl hapis
İçeriği Görüntüle

Ok makalesinde, Kürtçeye mesafeli yaklaşımın yalnızca devletle sınırlı olmadığını, akademi, medya, sinema ve sanat çevrelerinin de yanı başlarında yaşayan milyonların diline ve kültürüne uzak kalmasının sorgulanması gerektiğini söylüyor. Gerçek barışın, “ötekinin” diline ve kültürüne saygıyla mümkün olabileceğini; entelektüel vicdan taşıyan herkesin bu konuda kendini sorgulaması gerektiğini vurguluyor.

Kaynak: Bianet