Hak örgütleri, mahpusların günün 22 saate varan bölümünü güneş görmeyen dar hücrelerde geçirdiği “kuyu tipi” cezaevlerine ilişkin uyarılarını yeniledi. Beş yıl önce yaygınlaşmaya başlayan bu mimari ve idari modelin tecridi istisna olmaktan çıkarıp rutine dönüştürdüğü vurgulanıyor. Kısa Dalga’dan Canan Coşkun’un özel haberine göre, İstanbul Barosu’nun Çorlu Karatepe Cezaevi raporu da sistematik hak ihlallerini mercek altına aldı; uzun süre hücrede tutma, havalandırma ve sosyalleşme hakkının ciddi biçimde kısıtlandığına dikkat çekti.

Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Dr. Metin Bakkalcı, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün paylaştığı son verilerden hareketle F, Y ve S tipi gibi izolasyona dayalı yüksek güvenlikli cezaevlerinde toplam kapasitenin 30 bin civarında olduğunu belirtiyor. Bakkalcı’ya göre mahpuslar, yaklaşık 10 metrekarelik hücrelerde günde 22–23 saat tutuluyor ve kanunda yalnızca “hücre cezası” için öngörülen koşullar fiilen kalıcı bir rejime dönüşmüş durumda. Bu model, mahpusu “hak sahibi bir varlık olmaktan çıkaracak” ölçüde yalnızlaştırıyor; cezalandırma anlayışındaki sertleşmenin son halkasını oluşturuyor.

ygc-ve-s-tipleri-raporu-4.png

Uluslararası standartlar uyarıyor: “Tek başına kapatma kabul edilemez”

Uluslararası mekanizmaların tespitleri de benzer yönde. Türkiye’nin taraf olduğu Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite’nin 2024 dönemsel raporu, kuyu tipi uygulamaların “tek başına kapatılma” niteliği taşıdığını ve kabul edilemez olduğunu kaydediyor. Mandela Kuralları ve Avrupa Konseyi’nin cezaevi standartları, mahpusun dış uyaranlara erişimini asgari bir hak olarak tanımlıyor; Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT) ise günde makul bir sürenin—yaklaşık sekiz saat—sosyal faaliyet ve açık hava için ayrılmasını öneriyor. Hak örgütleri, Türkiye’deki pratiğin bu çıtaların çok gerisinde kaldığını savunuyor.

99ic2.jpg

Mahpusların çizimiyle havalandırmadaki bir mahpus

Uyarılara rağmen siyasi ve idari cepheden güçlü bir yanıt gelmiş değil. Milletvekillerinin defalarca verdiği soru önergeleri karşılıksız kalırken, Adalet Bakanlığı kapsamlı bir açıklama yapmadı. Öte yandan, “kuyu tipi” cezaevlerinin kapatılması ve tecrit içermeyen kurumlara nakil talebiyle yaklaşık bir yıldır süren açlık grevi ve ölüm oruçları, özellikle Sincan, Antalya, Çorlu ve Kırşehir’de yoğunlaşıyor. Bazı mahpusların sevk talepleri kabul edilse de genel tablo, idarenin uzun süren sessizliği olarak tarif ediliyor.,

Recep Tayyip Erdoğan “Basın Özgürlüğü Düşmanları” Listesinde
Recep Tayyip Erdoğan “Basın Özgürlüğü Düşmanları” Listesinde
İçeriği Görüntüle

Açlık grevleri sürüyor: Sevk, kapatma ve bağımsız denetim talebi

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi Hapishane Komisyonu üyesi Meral Nergis Şahin, mahpus tanıklıklarının neredeyse tamamının yoğun tecridi anlattığını söylüyor. Anlatımlara göre havalandırma süresi günde bir saate kadar indirilirken, diğer mahpuslarla sohbet ve atölye hakları çoğu zaman uygulanmıyor. Şahin, güneş ve temiz havadan koparılmanın fiziksel ve ruhsal etkilerinin derinleştiğini, idari uygulamalarda keyfiliğin yaygınlaştığını aktarıyor.

Bağımsız gözlem ve denetim kanalları da tıkanmış durumda. 1990’larda zaman zaman mümkün olan sivil toplum ziyaretleri bugün çoğunlukla izne bağlanıyor ve engelleniyor. Avukat görüşleri sürse de kamuoyunun düzenli ve bağımsız bilgi edinme imkânı sınırlı. Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun ziyaretleri ise kurumun bağımsızlığı konusundaki tartışmaları gidermiyor. Hak örgütleri, denetimsizliğin tecridi derinleştirdiğini ve “istisna”nın normal hâle gelmesine zemin hazırladığını belirtiyor.

ygc-y-tipi-kuyu-02.png

Hak savunucuları, çözüm için üç başlığı öne çıkarıyor: Öncelikle kuyu tipi cezaevlerinin kapatılması ve tecridi kurumsallaştıran mimari-idari tasarımdan vazgeçilmesi; ikinci olarak bağımsız ulusal ve uluslararası denetimin düzenli hâle getirilmesi; son olarak da günlük anlamlı sosyal faaliyet, açık hava ve eğitim erişiminin asgari standartlara yükseltilmesi. Bireysel risk analizine dayanmayan genelleştirilmiş kapatma uygulamalarının derhal sonlandırılması ve açlık grevleri konusunda acil diyalog çağrısı, ortak talep olarak yineleniyor.

Sonuç olarak, hak örgütlerinin ortak uyarısında düğümleniyor: Tecridin normalleştirilmesi, yalnızca cezaevi düzenini değil, işkence yasağını da fiilen aşındırıyor. Denetim ve şeffaflığın olmadığı yerde mahpusun sesi duyulmaz hâle gelirken, “kuyu tipi” düzenek toplumun tamamını ilgilendiren bir hukuk krizine dönüşüyor.