Bugün Cumhuriyet tarihinin en görünür ve en tartışmalı devrimlerinden biri olan Şapka Kanunu’nun ilanının 100. yıldönümü. 25 Kasım 1925’te yürürlüğe giren bu kanun, uzun yıllar boyunca yalnızca bir kıyafet değişikliği gibi anlatıldı; ders kitaplarında modernleşmenin renkli bir anekdotu olarak yer aldı. Oysa şapkanın kerameti başındakinden çok temsil ettiği dünyadaydı. Yeni rejimin otoritesi, modernleşme programı, toplumsal alana müdahale biçimi ve hatta uluslararası yönelişi şapkanın üzerinde taşınıyordu. Devlet, vatandaşına yalnızca “nasıl giyineceğini” değil, bundan böyle toplumsal düzenin kurallarının kim tarafından konduğunu da bildiriyordu.

Osmanlı toplumunda başlık yalnızca bir giyim unsuru değil, toplumsal statünün ve hiyerarşinin dışarıdan okunabildiği en belirgin simgelerden biriydi. Ulemanın sarığı, askerî makamların kavuk biçimleri, medrese öğrencisinin takkesinden tüccarın başlığına kadar herkes toplumsal yerini başından ifade ediyordu. Mezar taşlarında bile kullanılan kavuk biçimleri, kimliğin öldükten sonra bile başlıktan okunmasını sağlıyordu. Bu nedenle başlığa yapılan her siyasal müdahale kimlik alanına doğrudan yapılan bir müdahaleydi.

II. Mahmut döneminde fes bu nedenle büyük tartışma yaratmış; tepkiyle karşılanmış ancak modernleşme yukarıdan yürütüldüğü için toplum zamanla bu başlığı içselleştirmişti. 19. yüzyılın sonunda Müslüman nüfus fesi gündelik ve dinî yaşamın doğal bir parçası haline getirirken, gayrimüslim topluluklar Batılı şapkaları çoktan kullanmaya başlamıştı. Cumhuriyet bu tabloyu tersine çevirdi ve şapkayı yeni yurttaşlık bilincinin görünür simgesi haline getirdi.

Modernleşme, Otorite ve Direniş
1925 yazında Mustafa Kemal’in Kastamonu’da şapka giyerek yaptığı konuşma, birkaç ay içinde çıkacak kanunun topluma nasıl bir mesaj vereceğini açıkça ortaya koyuyordu. Şapka Kanunu, memurlara şapka takmayı zorunlu kılan bir düzenleme olsa da, etkisi yalnızca bürokrasiyle sınırlı değildi. Cumhuriyet’in modernleşme vizyonu ilk kez vatandaşın bedenine, gündelik alışkanlıklarına ve yaşam alanına doğrudan temas ediyordu. Devlet topluma “yeni düzeni ben belirliyorum” diyordu.

Bu adım aynı zamanda uluslararası yönelimle ilgiliydi. Cumhuriyet, Osmanlı’dan ayrışan yeni bir devlet olarak Batı eksenine yerleşmek, içte ve dışta modern ulus-devlet görüntüsü vermek istiyordu. Şapka, diplomatik çevrelerin de görebileceği kadar görünür bir simgeydi; sokakta gezen her yurttaş devletin “ben değiştim” mesajının dolaşımdaki temsili haline geliyordu.
Ne var ki bu değişim toplumsal düzeyde aynı hızla içselleştirilmedi. Taşrada şapka yalnızca “kılık-kıyafet müdahalesi” değil, yüzyıllık yaşam biçimine yöneltilmiş bir tehdit duygusuyla karşılandı. Tepki yalnızca dinî hassasiyetlerden kaynaklanmıyor; aynı zamanda ekmek kavgası üzerinden de yaşanıyordu. Fes üreticileri, keçeci ustaları, aracı tüccarlar maddi kayıplarla yüzleşti. Değişime direniş ideolojik olduğu kadar ekonomik temelli bir karşı çıkışı da barındırıyordu.

Şapka kısa sürede rejime sadakatin ve muhalefetin test edildiği turnusol kâğıdına dönüştü. Bazıları için şapka takmak yeni Türkiye’ye bağlılığın göstergesiyken, başlıksız kalmak ya da fese bağlı kalmak politik bir direniş biçimi oldu. Kanun sonrası yargılamalar, uygulanan cezalar ve sert devlet pratikleri, modernleşmenin bir toplumsal meşruiyet arayışı üzerine değil, itaatin görünür kılınması üzerine kurulduğunu gösteriyordu.
Kürt Vilayetleri: Şapkanın Taşradaki Politik Yüzü
Şapka İnkılabı’nın en az konuşulan ama en kritik boyutlarından biri uygulamanın Kürt vilayetlerinde yarattığı etkidir. Cumhuriyet’in erken döneminde bölgede zaten yoğun bir askerî baskı, olağanüstü yönetim ve isyanlar söz konusuydu. Şapka, bu gerilimli politik atmosferde yalnızca “modernleşme talebi” olarak değil, devletin Müslüman nüfusun değerlerinden ve geleneksel düzeninden kopuşunun simgesi şeklinde okundu.

Bazı isyan önderlerinin bildirilerinde şapka “inkâr ve günahın işareti” olarak yer aldı; devlet otoritesi başlık üzerinden temsil edildi. Bu karşı çıkış yalnızca dinî gerekçeler barındırmıyordu. Şapka, Cumhuriyet’in modern yurttaşlık projesinin homojenleştirici yönünü görünür hale getiriyordu. Kürtler için bu müdahale, dil politikaları, müfredat düzenlemeleri, idarî yönetim değişiklikleri ve zorunlu iskân uygulamalarıyla birlikte düşünüldüğünde kültürel alanın merkezden yeniden tanımlanmasıydı. Yani şapka yalnızca bir başlık değil, Ankara’nın kimlik ve yaşam biçimi üzerinde söz sahibi olduğunun ilanıydı.

Mustafa Kemal’in hastalandığı yıllarda ülke genelinde yayılan “fes geri geliyor” söylentileri bile başlığın halk bilincinde ne kadar güçlü yer tuttuğunu göstermekteydi. Bu söylentiler özellikle Kürt illerinde büyük karşılık bulmuş, devletin “yeniden eskiye dönebileceği” yönünde umut ve propaganda aracı haline gelmişti.
Bugünden bakıldığında Şapka Kanunu hâlâ yürürlükte olsa da uygulamada etkisiz bir hukuk maddesi görünümünde. Devlet artık vatandaşın başına ne koyacağını belirlemiyor; toplum modernlik fikrini kanun zoruyla değil yaşam tecrübesiyle dönüştürdü. Ancak 100 yıl önce şapka, modernleşmenin sınav alanıydı: devlet bir dönüşüm hedefliyor, topluma bu dönüşümün gerekçesini değil sonucunu dayatıyordu. Bu dayatma kimi yerde toplumsal sessiz uyuma, kimi yerde çatışmaya, kimi yerde ise kalıcı güvensizliklere yol açtı.
Şapka Kanunu’nun bugünden baktığımızda en öğretici yanı, modernleşmenin ancak toplumsal rıza ve meşruiyet üzerinden inşa edildiğinde kalıcılık kazanabileceğini göstermesidir. Bir başlık üzerinden başlayan bu yüz yıllık tartışma, devlet otoritesi, modernlik ve toplum arasındaki ilişkiyi anlamak için hâlâ güçlü ve canlı bir örnek oluşturmaktadır.




